müradifi olan "tinnîn" ile ehl-i heyet bir teşbihe binaen tesmiye eylediler. Zâten ay re's veya zenebe ve güneş dahi ötekisine gelirse; arzın hayluletiyle inhisaf vuku' bulur...

Ey benim şu müşevveş sözlerimden usanmayan zât! Bu mukaddemeye dahi dikkat et, bir hurdebîn ile bak! Zîrâ bu asıl üzerine pek çok hurafât ve hilafât tevellüd ederler. Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.

HÂTİME

Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriâtın müvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise, belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa mecazı hakikat ve hakikatı mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet herşeyi zahire hamlettire ettire, nihayet Zahiriyyûn meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meyl-üt tefrit ne derecede muzır ise; öyle de herşeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra, nihayette Bâtıniyyûnun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe'ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.

Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir. Evet, "hikmet" derim, çünki hayr-ı kesîrdir. Şerri vardır; fakat cüz'îdir. Usûl-i müsellemedendir ki: Şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenüşşerrin ihtiyarı elzemdir. Evet eski hikmetin hayrı az, hurafatı çok, ezhan isti'dadsız, efkâr taklid ile mukayyed, cehl avamda hükümferma olduklarından; selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat şimdiki hikmet ona nisbeten maddî cihetinde hayrı çok, yalanı az; efkâr dahi hür, mârifet hükümfermadır. Zâten her zamanın bir hükmü olmak gerektir.

* * *


ALTINCI MUKADDEME

Meselâ: Tefsirde mezkûr olan herbir emir, tefsirden olmak lâzım gelmez. İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır.

Şöyle: Müsellemattandır ki; hendese gibi bir san'atta mahir olan zât, tıb gibi başka san'atta âmi ve tufeylî ve dahîl olabilir. Ve kavaid-i

Yükleniyor...