istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile, bazı ehadîs-i mevzûâyı İbn-i Abbas gibi zâtlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur'ân olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.
* * *
BEŞİNCİ MUKADDEME
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar.
Şöyle ki: Mecazât ve teşbihât, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasbetse veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler, hakikate inkılab ederek taravet ve zülâlinden boş olup, şarab iken serab ve nazenin ve hasna iken, âcuze-i şemtâ ve kocakarı olur. Evet mecaz şeffâfiyetiyle şu'le-i hakikat ondan telemmu' eder. Fakat hakikata inkılabıyla kesif olup, hakikat-ı asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir.
Buna şahid istersen, lügâtın teceddüd ve tegayyüratının ve iştirâk ve teradüfünün sırlarına müracaat et. İyi kulak versen işiteceksin ki: Selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maânîyi, ihtiyar ve zînetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden, meyl-i teceddüde ve fikr-i îcada ve cür'et-i tağyire sebeb olmuşlardır. Bu kaide lügâtta olduğu gibi, hayalât ve maânî ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyle ise herşeye zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazînin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menba'ını bulmaktır. Bu hakikate beni muttali eden; bir vakit sabavetimde ay tutuldu. Vâlidemden sual ettim. Dedi ki: "Yılan Ay'ı yutmuş." Dedim: "Neden daha görünüyor?" dedi ki: "Âsumanın yılanı nim-şeffaftır."
İşte bak! Nasıl teşbih hakikat olup hayluletiyle hakikat-ı hali münhasif etmiştir. Zîrâ mail-i kamer, mıntakat-ül bürûc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden o iki daire-i mevhumeden iki kavsi, yılanın
BEŞİNCİ MUKADDEME
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar.
Şöyle ki: Mecazât ve teşbihât, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasbetse veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler, hakikate inkılab ederek taravet ve zülâlinden boş olup, şarab iken serab ve nazenin ve hasna iken, âcuze-i şemtâ ve kocakarı olur. Evet mecaz şeffâfiyetiyle şu'le-i hakikat ondan telemmu' eder. Fakat hakikata inkılabıyla kesif olup, hakikat-ı asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir.
Buna şahid istersen, lügâtın teceddüd ve tegayyüratının ve iştirâk ve teradüfünün sırlarına müracaat et. İyi kulak versen işiteceksin ki: Selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maânîyi, ihtiyar ve zînetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden, meyl-i teceddüde ve fikr-i îcada ve cür'et-i tağyire sebeb olmuşlardır. Bu kaide lügâtta olduğu gibi, hayalât ve maânî ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyle ise herşeye zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazînin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menba'ını bulmaktır. Bu hakikate beni muttali eden; bir vakit sabavetimde ay tutuldu. Vâlidemden sual ettim. Dedi ki: "Yılan Ay'ı yutmuş." Dedim: "Neden daha görünüyor?" dedi ki: "Âsumanın yılanı nim-şeffaftır."
İşte bak! Nasıl teşbih hakikat olup hayluletiyle hakikat-ı hali münhasif etmiştir. Zîrâ mail-i kamer, mıntakat-ül bürûc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden o iki daire-i mevhumeden iki kavsi, yılanın
Yükleniyor...