hattındır" denilir ise; o emir, san'atın tenasüb ve müvazenesinden nâşi olan güzelliğini ihlâl ettiği için, reddedip i'raz ve teberri edecektir. "Hâşâ ve kellâ" diyecektir.
Bu seciyeye bina ile, meşhur kaideye: "Birşey sabit olsa, levazımıyla sabit olur" istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülâtlarına bir nizam verdirmek için muztardırlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı hârikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyeti mümkin olabilsin. O halde o adam bir u'cube olarak zihinlerinde tecessüm eder. Eğer istersen hayalât-ı Acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl'in timsal-i manevîsine bak, gör; ne u'cubedir! Zîrâ şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb u garat ederek büyüttü. Hayallerde büyüyüp şişti. Yalan, yalana mukaddeme olduğu için; şu hârikulâde şecaat, hârikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi'leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil na'ra vurarak: "Ben nev'un münhasırun fi'ş-şahs'ım" der. Gûl-ü yabanî gibi hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönüyor. Emsaline dahi meydan açar.
Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zât! Bu mukaddemeye dikkat et; Zîrâ hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin Efendi'ye de: "Bu garib sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zîrâ bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekatını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zîrâ zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannu'a kalbeder." Yahu, bu kökten hurafât ve mevzuât biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.
HÂTİME
İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değil, zâtındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal -velev kıymetli de olsakarışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. Şimdi bu noktalara
Bu seciyeye bina ile, meşhur kaideye: "Birşey sabit olsa, levazımıyla sabit olur" istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülâtlarına bir nizam verdirmek için muztardırlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı hârikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyeti mümkin olabilsin. O halde o adam bir u'cube olarak zihinlerinde tecessüm eder. Eğer istersen hayalât-ı Acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl'in timsal-i manevîsine bak, gör; ne u'cubedir! Zîrâ şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb u garat ederek büyüttü. Hayallerde büyüyüp şişti. Yalan, yalana mukaddeme olduğu için; şu hârikulâde şecaat, hârikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi'leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil na'ra vurarak: "Ben nev'un münhasırun fi'ş-şahs'ım" der. Gûl-ü yabanî gibi hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönüyor. Emsaline dahi meydan açar.
Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zât! Bu mukaddemeye dikkat et; Zîrâ hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin Efendi'ye de: "Bu garib sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zîrâ bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekatını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zîrâ zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannu'a kalbeder." Yahu, bu kökten hurafât ve mevzuât biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.
HÂTİME
İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değil, zâtındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal -velev kıymetli de olsakarışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. Şimdi bu noktalara
Yükleniyor...