Mümkinatta hakikî lüzum; zâtî-i tabiî olmadığından, kâinatta ezdad birbirine girebilmiş. Meratib tevellüd edip, ihtilafat ile tegayyürat neş'et etmiştir.
Madem ki kudrette meratib olamaz, makdurat dahi bizzarûre kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüğe müsâvî, zerrat yıldızlara emsal olur.
İKİNCİ NOKTA: Kâinatın iki ciheti var, âyinenin iki vechi gibi. Biri mülk, biri melekûtiyet.
Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsn kubh, hayr şer, sıgar kiber gibi umûrun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz'edilmiş, ta dest-i kudret zahiren umûr-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş, vahdet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffâfedir. Teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlık'a müteveccihtir. Terettüb, teselsül yoktur. İlliyet ma'luliyet giremez. İ'vicacatı yoktur. Avaik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur.
Kudret hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî; mahall-i taalluk-u kudret, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüchanı, küll cüz'e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ ٭ وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
Temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gamız noktayı tefhime çalışacağız.
Meselâ: Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ: Kâinatın hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farzedilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakussuz bir olur. İşte "şeffafiyet sırrı"...
Meselâ: Noktalardan terekküb eden bir daire-i azîmin, nokta-i merkeziyenin elinde bir "mum" ve muhitteki noktaların ellerinde birer "âyine" farzedilse, nokta-i merkeziyenin verdiği feyz, müzahametsiz tecezzîsiz, tenakussuz nisbeti birdir. İşte "mukabele sırrı"!..
Madem ki kudrette meratib olamaz, makdurat dahi bizzarûre kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüğe müsâvî, zerrat yıldızlara emsal olur.
İKİNCİ NOKTA: Kâinatın iki ciheti var, âyinenin iki vechi gibi. Biri mülk, biri melekûtiyet.
Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsn kubh, hayr şer, sıgar kiber gibi umûrun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz'edilmiş, ta dest-i kudret zahiren umûr-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş, vahdet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffâfedir. Teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlık'a müteveccihtir. Terettüb, teselsül yoktur. İlliyet ma'luliyet giremez. İ'vicacatı yoktur. Avaik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur.
Kudret hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî; mahall-i taalluk-u kudret, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüchanı, küll cüz'e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ ٭ وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
Temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gamız noktayı tefhime çalışacağız.
Meselâ: Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ: Kâinatın hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farzedilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakussuz bir olur. İşte "şeffafiyet sırrı"...
Meselâ: Noktalardan terekküb eden bir daire-i azîmin, nokta-i merkeziyenin elinde bir "mum" ve muhitteki noktaların ellerinde birer "âyine" farzedilse, nokta-i merkeziyenin verdiği feyz, müzahametsiz tecezzîsiz, tenakussuz nisbeti birdir. İşte "mukabele sırrı"!..
Yükleniyor...