Bir işde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir; seyyiat olsa, avama taksim edilir.

Meselâ, bir tabur galebe çalsa, şan ü şeref kumandana verilir, taksim edilmez. Mağlub olduğu vakit, seyyie tabura taksim edilir. Meselâ: Bir aşiret namuskârane bir iş etse, "Âferin Hasan Ağa" derler. Fenalık ettikleri vakit, "Tuh ne pis aşiret imiş" diyecekler.

وَ اِذَا تَكُونُ كَر۪يهَةٌ اُدْعٰى لَهَا ٭ وَ اِذَا يُحَاسُ الْحَيْسُ يُدْعٰى جُنْدُبْ

{(*) Musibet geldikçe bana bağırıyorlar. Tatlı yendikçe Cündüb çağrılıyor. -Müellif-}

kavl-i meşhuru, şu acib zulmün tercümanıdır.

Hem de şu içtimaî sistemdeki damar-ı zulmün bir mecrası da şudur: Yüksek tabakada birinin öldürülmesiyle, çok seneler matem tutulur. Halbuki onun cinayetiyle tabaka-i avamda yüzer, belki binler kişi telef olsa, bir-iki günde unutulur. Şu ise adalet-i Kur'âniyeye zıddır. Bir şah, bir gedayı öldürse, Şeriat kısasa hükmeder, ikisini bir görür.

* * *


MÜSTEHAK BİR CEZA

Şeriatın

اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ

düstur-u âdilanesi, şeriat-ı fıtriye olan kavânin-i kadere muntabıktır ki, tarîk-i gayr-ı meşru' ile bir maksadı takib eden, maksudunun zıddıyla ceza görüyor. Wilson, Klemanso, Venizelos gibi.

Şuna bir misal: Bidayet-i inkılabımızdan beri, sevab-ı âhiretin vesilesini dinsizcesine şan ü şerefe vasıta yapanlar, müdhiş bir rezaletle neticelendi. Muvakkat bir şan ü şereften sonra, elîm bir sukut takib etti. Lisan-ı halleri

لَيْتَن۪ى كُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا

tilavet ediyor.

Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, daneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu daneler

Yükleniyor...