اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِح۪ينَ

demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin sâlihleri, selâm-ı İlahîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü'minler ortasındaki

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ وَ عَلَيْكَ السَّلَامُ

umum ümmet demesini raciyane, daiyane Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlahî ile o gece

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin manaları parlar, genişlenir.

Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir:

Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müdhiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde

اَلتَّحِيَّاتُ

dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-u Kayyum'un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-u Kayyum'a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ

dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.


Yükleniyor...