etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in'ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümidleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez. Yalnız tereddüdleri vardır. Tereddüd ise, her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.
Remz
Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes'uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder.
Remz
Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ: Büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünki nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda yani sivrisineğin Nemrud'a olan galebesi; ve bir çekirdeğin "Fâlik-ul Habbi Ve-n Neva" tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikatı tenvir eden bir hakikattır.
Remz
Arkadaş! "Katre" namındaki eserimde Kur'an'dan ilhamen takib ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takib ettikleri yol arasındaki fark şudur:
Kur'andan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, manevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünki müessir ancak eserde görünebilir.
Remz
Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes'uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder.
Remz
Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ: Büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünki nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda yani sivrisineğin Nemrud'a olan galebesi; ve bir çekirdeğin "Fâlik-ul Habbi Ve-n Neva" tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikatı tenvir eden bir hakikattır.
Remz
Arkadaş! "Katre" namındaki eserimde Kur'an'dan ilhamen takib ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takib ettikleri yol arasındaki fark şudur:
Kur'andan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, manevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünki müessir ancak eserde görünebilir.
Yükleniyor...