Evet ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki, iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhere merkez-i hükûmete ulaştığında onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat, dalalet zulümatı içinde yürüyenler esna-yı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya i'dam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı bir şeyi, dünyevî, edna bir hıffet için tercih etmez.
Ehl-i şuhud dediğimizden maksad, evliyaullahtır. Zira velayet sahibi, avamın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. Kur'an yolu ile gidenlerin silâh ve zahîreleri ise; Kadîr-i Mutlak'a, Ganiyy-i Kerim'e olan tevekkül onları temin eder. Zira tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür. Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini îfa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libasları ve sair hayat lâzımeleri hazine-i Rahmandan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür.
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ اْلاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ
İ'lem Eyyühel-Aziz!
İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlik-ül Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarfediyor. Halbuki, o levazımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarfetmek gerektir. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmidört lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette
Yükleniyor...