3- Kârgir kemerlerin taşları gibi, herbir zerrenin arkadaşlarına hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir. Ve keza her birisi, ötekilere hem zıd, hem misil, hem mutlak, hem mukayyed olması lâzımdır.

İkinci Kelimenin muhalâtı:

1- İnsanın me'hazi, yani insanı teşkil eden maddeler eczahanelerde bulunan ağızları mühürlü, ayrı ayrı, çeşit çeşit mütebayin ilâçlar gibi maddelerdir. Hiç kimsenin eli dokunmaksızın ihtiyaç nisbetinde kemal-i intizam ve müvazene ile o ilâçların şişelerden kendi kendine çıkıp hayatî bir macun vaziyetine gelmesi mümkün ise, insanın da sâni'siz esbab ve mevadd-ı camideden sudûru mümkündür diyebilir.

2- Bir şeyin kemal-i intizam ile gayr-ı mahdud, kör, sağır, camid, şuursuz esbabdan sudûrunun muhaliyeti nisbetinde sâni'siz insanın da o maddelerden yapılması muhaldir. Maahâza, maddî esbabın yalnız zahire taalluku vardır. Bâtındaki latif, ince, garib nakışlara, san'atlara nüfuzu yoktur.

3- O kelimenin iktizasına göre kemal-i ittifak ve intizam ile ihtiyacat nisbetinde gayr-ı mahsur esbabın bir cüzde, bir hüceyrede içtimaları lâzım gelir. Bu içtima, âlemin ecza ve erkânının azametiyle beraber senin elinin içine girip içtima etmeleri demektir.

Çünki insanın ustası esbab olduğu takdirde, âlemin bütün ecza ve erkânı insanla alâkadar olduğuna nazaran, insanın yapılışında âmil ve usta olmaları lâzım gelir. Bir usta yaptığı şeyin içerisinde bulunduktan sonra yapar. o halde, insanın bir hüceyresinde âlemin eczası içtima edebilir. Bu öyle bir muhaldir ki, muhallerin en mümteniidir.

Üçüncü kelimenin muhal ve butlanı ise:

Evet tabiatın iki ciheti vardır. Biri zahiridir ki, ehl-i gaflet ve dalaletçe hakikat zannedilmiştir. Diğeri bâtınıdır ki, san'at-ı İlahiye ve sıbga-i Rahmaniyedir. Tabiata ilâveten iddia edilen kuvvet ise, Hâlık-ı Hakîm-i Alîm'in cilve-i kudretidir. Ehl-i gafletin sâni' olarak telakki ettikleri tabiata, cenah olarak yapıştırdıkları kör tesadüf ve ittifak ise, dalaletten neş'et eden ızdırar neticesinde şeytanların ihtira

Yükleniyor...