• Bir kitapta, “Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir” diye okumuştum. Hayır, yanlış söyledim, peygamberlerin âdetidir.

• “Âciz kimsenin beline, kuvvetli yumruğunla vurma! Olur ki, bir gün onun ayağına düşersin.”

• Cenâb-ı Hakk, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl-u keremiyle başka kapı açar.

• Muârız; lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan kötülük gelmez.

• Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün.

• Ferasetli ve iyi adam kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder. Şerri ve kötülüğü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvaffak olur. Zira köpek bile, ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.

• Erler, hizmet ve dava arkadaşlarını kendilerine tercih etmekle, muvaffakiyette berdevam olmuşlardır.

• Kötülük düşünen, kötü kimsenin gönlünü iltifatla kap.

• Din ve dava kardeşlerinden gelen acı, tatlıdır; hakaret, takdirdir; tokat, şefkattir; tükürük, misk-ü amberdir. Bu da Nur-u Kur’an hizmetkârlığının şiârı ve şe’nidir.

• Dünyada mağrur olan kimse, din yolunda selametli gidemez. Kendini gören kişi, hakkı göremez.

• Alçakların yaptığı gibi; din ve dava kardeşlerine, hakir bir gözle bakma, onları küçük görme. Aksine onları büyük, kendini küçük gör. Eğer yaşlı isen; iman ve İslâmiyet davasında çalışan, Nur Risaleleriyle nurlanan gençleri, yaşı küçük, ruhu büyük bil. Bu güzel ahlâk, ne güzel ahlâk...

• Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyân-ı nefisle, kendi kusurlarını unutmakla, din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkit gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına yakını uzaklaştırıcı ve sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşlerinin kusurlarına ise, mikroskopla bakmaktır.

• Kendi kusurlarını gören, kardeşlerinin hatalarını örten, kendi kabahatini büyük, din ve dava kardeşinin kabahatini küçük gören, hatta görmeyen Müslü manlar, Allah ve Resûl’ünün rahmet ve mağfiretine nâil olan, yüksek ahlâklı, yüksek seciyeli Müslümanlardır. Ehl-i îman nişânını taşıyan dindarlardır. Öyle fertlerden müteşekkil azlar çoktur, küçükler büyüktür, zayıflar kuvvetlidir.

• Merhametsizlikten, münekkidlikten kurtulma yolunda ilerle, ey kardeş! Aksi halde, ya yakında ya uzakta, ya dünyada ya ahirette, ya Haktan ya halktan sana adem-i merhamet iner. Zira ”Men dakka dukka.” (Eden bulur.)

• Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. “Ger görmezsen dünyada mukabil, ukbâda görürsün muzâ’af ceza, bunu bil.”

• Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanında, hürmet ve muhabbet gösterebilmek, cennetmekân kimselerin güzel meziyetlerindendir.

• Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel ahlâktır.

• Güya kendisi kusurdan müberra olmuş, hatta hata ve yanlışlarından kurtulmuş gibi, çoklarının ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak, merhametsizliktir. Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyân-ı nefis illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olma ihtimalinden titresinler.

• Ey nefsim, sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et. Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene murakıp olma yüksekliğine çık.

• Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:

”Faziletiniz nedir?”

Yükleniyor...