Yine cenab-ı müellif: “ bütün ebna-i cinsinden her birisine karşı” diye açık ifade ile bir hakikatı beyan etmiş.. O adam ise “diğer bütün insanlardan ayrılması” diye yazmış.

Yine Nur müellifi o risalenin bir cümlesinde:! “O yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyyet olduğunu ispat eder “demiş, meçhul sadeleştirmeci ise:” Her şeyin arkasında kendini hissettiren müthiş bir iradeye, parlak bir işarettir” diyor. Hazret-i Üstâd bu cümlede - eğer tercüme caiz ise- der ki: “ alamet-i farikalı, iç ve dış duygularla teçhiz edilmiş her bir yüz, Allah’ın Ehadiyyet tecellisinin, yani her şeyin üstüne bütün isimleri ile tecelli edebilen ve o şeyin yardımına bütün esması ile medet edebilen zatın bir mührü, bir sikkesi olduğunu ispat eder.

Adam ise gördüğünüz gibi, Ehadiyyet tecellisi yerine müthiş irade diye tercüme etmiş.

İşte Zaman gazetesi, adı geçen nüshasında bu mesele daha bir kaç cümle ile devam edip gidiyor. Fazla uzatarak, baş ağrıtmadan ehl-i irfan ve akl-ı selim ve vicdan-ı kerim sahiplerine soruyoruz; Gerek Necib Fazılın, gerek Tebliğ yayın evinin yaptıkları.. ve gereksede az üstte gösterilen Zaman gazetesindeki sadeleştirme denilen gülünç numuneler, hakikat olarak bir tahriften başka bir şey midirler ? Biz kendi cânibimizden bu gibi sadeleştirme denilen nursuzlaştırmalara düpedüz asrî bir tahriftir diyoruz ve ispat ediyoruz ve etmeyede hazırız. Amma sizler ne dersiniz bilemem!...

Ve Salisen: Yazımızın “NETİCE“ bölümü başlığı altında sıraladığımız istifhamların kalan diğer kısımları için toptan olarak deriz ki ; Risale-i Nur eserleri Hazret-i Bediüzzaman’ın te’lifatıdır. Onun uslubu, Bediüzzaman’ın şahsiyyet ve makamına yakışır bir tarzda ve Bedi’ül-beyan olarak tanzim edilmiştir. Bu durumda, hem müellif hazretlerinin ihtarlarıyla, hem de hal ve durum muvacehesinde; başkaları kalkıpta o nuranî uslubu; o cennet-misal elfaz libasını değiştirmeye tevessül ederse; hiç şüphesiz ve kesinlikle berbat edecektir. Hem de düşünülen faidelerden hiç biriside elde edilemiyecektir. Aynı zamanda hak ve hakikatın ali hatır ve hürmetini de kıracaktır. Mânâların güzellik ve inceliğini incitecektir. Bütün letaif-i insaniyyeye gıda olan,nurlardaki nâzdar mânâların uçup gitmesine, saklanıp kaybolmasına sebebiyet verecektir. Hem ecnebiyeye endeksli bugünkü türkçenin muayyen bir kararı olmaması yüzünden, her bir kaç senede bir, yeni yeni libaslar kesip biçme zarureti ortaya çıkacaktır... ki o durumda Nur uslubunun âli nizamı tar ü mar olması demektir.

Hem,nurları ciddî ve müştakane seven bütün talebeleri diyorlar ki; biz dersimizi güzel anlıyoruz. Nurları yüz kere, bin kere okusakda bize usanç vermediği gibi, her defa okuyuşumuzda daha yeni yeni mânâlar ufku bize

Yükleniyor...