“Kabir yolunu ebedî saadete çevirmek, sadece iman ve din emirlerine itaat ile mümkündür. Bu nokta üzerinde elleride mu’cize bayrakları taşıyan binlerce peygamber, milyonlarca veli, hadsiz hesapsız ilim ve fikir adamı ve bütün selim akıl ehli birbirlerinin peşi sıra beraberdir.
Ölüm, gerçekten insanın baş mes’elelerinden biridir. Böyle bir dava karşısında insan, fani hayatın kadrosu içinde bütün dünya saItanat ve lezzetine tek başına malik olsa, sonsuzluk aleminin kapısı önünde onları yine hiçe saymak zorunda kalmaz mı? Başımızda en sadık nöbetçi halinde bekliyen mezar deliğinin verdiği kaygıyı bütün nisbetler yekûnü ve imkânlar bütünüyle bu fanî dünya telafi eder mi ?..”
Evet, baktınız, gördünüz ve her halde mukayesesini yaptınız !.. Risale-i Nur’un mânâ, murad ve maksatları ile ve cevami- ül kelim olan nurun muntazam ve aynı noktaya bakan kelime ve cümle hey’etleri ile gösterdikleri hedef ile, bir alakası var mı ? Tahmin ediyorum. Eğer okumuş ve dikkat etmiş iseniz, herhalde “Yoktur“ diyeceksiniz. Daha bir şeyler, yardım için yazmak isterdim. Lâkin sizi başbaşa bırakmak için kafanızı karıştırmıyalım, her ne ise...
Belki bunu anlamadınız diye, merhum Necib Fazılın başka bir sadeleştirme tahrifini arzedeyim. Bu defa ihlas risalesinden :
Evvela Hazret-i Bedüzzzamanın ifadesi, yani nurun asıl metni
“Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini, şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleri ile şâkirane iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde “Fena fişşeyh, fena firresûl“ istilahatı var. Ben sofi değilim.. Fakat onların bu düsturu bizim meslekte “Fena fil ihvan“ suretinde güzel bir dûsturdur. Kardeşler arasında buna TEFANİ“ denilir. Yani birbirinde fani olmaktır. Yani kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatiyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlad, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa,bir Üstâdlık ortaya girer. Mesleğimiz Haliliye olduğu için, meşrebimiz hillettir. Hillet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hilletin üss-ül esası samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam bu hilletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder; gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor.. cadde-i Kübra-i Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmiyerek yardım ihtimali var. ınşaallah Risale-i Nur yolu ile, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın daire-i küdsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imânâ kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmiyeceklerdir.”
Ölüm, gerçekten insanın baş mes’elelerinden biridir. Böyle bir dava karşısında insan, fani hayatın kadrosu içinde bütün dünya saItanat ve lezzetine tek başına malik olsa, sonsuzluk aleminin kapısı önünde onları yine hiçe saymak zorunda kalmaz mı? Başımızda en sadık nöbetçi halinde bekliyen mezar deliğinin verdiği kaygıyı bütün nisbetler yekûnü ve imkânlar bütünüyle bu fanî dünya telafi eder mi ?..”
Evet, baktınız, gördünüz ve her halde mukayesesini yaptınız !.. Risale-i Nur’un mânâ, murad ve maksatları ile ve cevami- ül kelim olan nurun muntazam ve aynı noktaya bakan kelime ve cümle hey’etleri ile gösterdikleri hedef ile, bir alakası var mı ? Tahmin ediyorum. Eğer okumuş ve dikkat etmiş iseniz, herhalde “Yoktur“ diyeceksiniz. Daha bir şeyler, yardım için yazmak isterdim. Lâkin sizi başbaşa bırakmak için kafanızı karıştırmıyalım, her ne ise...
Belki bunu anlamadınız diye, merhum Necib Fazılın başka bir sadeleştirme tahrifini arzedeyim. Bu defa ihlas risalesinden :
Evvela Hazret-i Bedüzzzamanın ifadesi, yani nurun asıl metni
“Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini, şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleri ile şâkirane iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde “Fena fişşeyh, fena firresûl“ istilahatı var. Ben sofi değilim.. Fakat onların bu düsturu bizim meslekte “Fena fil ihvan“ suretinde güzel bir dûsturdur. Kardeşler arasında buna TEFANİ“ denilir. Yani birbirinde fani olmaktır. Yani kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatiyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlad, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa,bir Üstâdlık ortaya girer. Mesleğimiz Haliliye olduğu için, meşrebimiz hillettir. Hillet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hilletin üss-ül esası samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam bu hilletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder; gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor.. cadde-i Kübra-i Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmiyerek yardım ihtimali var. ınşaallah Risale-i Nur yolu ile, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın daire-i küdsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imânâ kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmiyeceklerdir.”
Yükleniyor...