okunması, okutturulması ..ya da tükenmez bir umman-ı hakikat olan Kur’ânın mânâları”İşte bu tercümelerdir “ diyerek neşrettirilmesi ,nasıl en azim bir cinayet ise; elbette Nurların da Kur’ânın harim-i keriminde hususî bir surette yer alması hasebiyle; onunda uslub ve ifade tarzı şu sadeleştirme denilen asrî tahrif , tehcir ve yozlaştırma ameliyesine tabi’ tutulamaz. Nurları bu sinsi tahrif girdabına sokanlar, ya da sokmak isteyenler kesinlikle samimî olamazlar. Başka bir niyet peşinde olmaları kat’iyyetle düşünülebilir.
şimdi mezkûr ma’naları te’kid ve te’yid sadedinde, hazret-i Bediüzzaman’ın; Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın tercümesi meselesinde vaktiyle girişilmiş sinsi bir teşebbüsün önünü kesen ve niyetlerini kursaklarında bırakan ispat ve ilzam edici hüccet ve bürhanlarından bir iki örnek vermek istiyoruz:
BİRİNCİ ÖRNEK: Yirmidokuzuncu Mektubun beşinci nüktesinin ahirinde: “...acaba o cami’ ve i’cazdarane olan lisan-ı nahvî ile mu’cizekarâne bir surette ve her ciheti birden bilir, irade eder bir ilm-i muhit içinde zuhûr eden kelimat-ı Kur’âniye; sair elsine-i terkibiye ve tasrifiye vasıtasıyla, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı bazı insanların kelimat-ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimat yerini tutabilir...” (Mektubat, s: 433)
İKİNCİ ÖRNEK: Yirmibeşinci Sözün Onuncu nükte-i belağatından:”şimdi biri çıksa, Kur’ânın getirdiği hakaikten bir kısmına kendi hevesince çocukça bir intizam verse ; Kur’ânın bazı ayatına muaraza için nisbet etse : “Kur’âna yakın bir kelam söyledim” dese, öyle ahmakane bir sözdür ki...mesela taşları muhtelif cevahirden bir saray-ı muhteşemi yapan ve o taşların vaziyetinde umum sarayın nukuş-u aliyesine bakan mizanlı nakışlar ile tezyin eden bir ustanın san’atıyle;O nukuş-u aliyeden fehmi kasır, o sarayın bütün cevahir ve zinetlerinden bî-behre bir adî adam, adî hanelerin bir ustası,o saraya girip,o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup, çocukça hevesine göre, âdî bir hanenin vaziyetine göre bir intizam, bir suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bazı boncukları taksa, sonra: “Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyade meharet ve servetim var ve kıymettar ziynetlerim var.” dese, divanece bir hezeyan eden bir sahtekârın nisbet-i san’atı gibidir..” (Sözler, s: 433)
Evet, şu iki örnekte gösterilen pek yüksek hakikatlı ve tam ilzam edici beyan ve ifadeler, elbetteki evvela ve bizzat Kur’âna bakarlar ve Kur’ân içindedirler. Amma kısadan hisse nevinden o Kur’ânın en parlak bir ayinesi olan ve kat’î ilham-ı hak olan nurların içindeki kudsî mânâlara giydirilmiş elfaz ve uslub hakkında da elbette ki câridir ve herhalde bir aidiyyeti var...
şimdi mezkûr ma’naları te’kid ve te’yid sadedinde, hazret-i Bediüzzaman’ın; Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın tercümesi meselesinde vaktiyle girişilmiş sinsi bir teşebbüsün önünü kesen ve niyetlerini kursaklarında bırakan ispat ve ilzam edici hüccet ve bürhanlarından bir iki örnek vermek istiyoruz:
BİRİNCİ ÖRNEK: Yirmidokuzuncu Mektubun beşinci nüktesinin ahirinde: “...acaba o cami’ ve i’cazdarane olan lisan-ı nahvî ile mu’cizekarâne bir surette ve her ciheti birden bilir, irade eder bir ilm-i muhit içinde zuhûr eden kelimat-ı Kur’âniye; sair elsine-i terkibiye ve tasrifiye vasıtasıyla, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı bazı insanların kelimat-ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimat yerini tutabilir...” (Mektubat, s: 433)
İKİNCİ ÖRNEK: Yirmibeşinci Sözün Onuncu nükte-i belağatından:”şimdi biri çıksa, Kur’ânın getirdiği hakaikten bir kısmına kendi hevesince çocukça bir intizam verse ; Kur’ânın bazı ayatına muaraza için nisbet etse : “Kur’âna yakın bir kelam söyledim” dese, öyle ahmakane bir sözdür ki...mesela taşları muhtelif cevahirden bir saray-ı muhteşemi yapan ve o taşların vaziyetinde umum sarayın nukuş-u aliyesine bakan mizanlı nakışlar ile tezyin eden bir ustanın san’atıyle;O nukuş-u aliyeden fehmi kasır, o sarayın bütün cevahir ve zinetlerinden bî-behre bir adî adam, adî hanelerin bir ustası,o saraya girip,o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup, çocukça hevesine göre, âdî bir hanenin vaziyetine göre bir intizam, bir suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bazı boncukları taksa, sonra: “Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyade meharet ve servetim var ve kıymettar ziynetlerim var.” dese, divanece bir hezeyan eden bir sahtekârın nisbet-i san’atı gibidir..” (Sözler, s: 433)
Evet, şu iki örnekte gösterilen pek yüksek hakikatlı ve tam ilzam edici beyan ve ifadeler, elbetteki evvela ve bizzat Kur’âna bakarlar ve Kur’ân içindedirler. Amma kısadan hisse nevinden o Kur’ânın en parlak bir ayinesi olan ve kat’î ilham-ı hak olan nurların içindeki kudsî mânâlara giydirilmiş elfaz ve uslub hakkında da elbette ki câridir ve herhalde bir aidiyyeti var...
Yükleniyor...