Hazret-i Üstâd “Lemaat eserini te’lif ettiği zaman,onun başındaki bu beytleri yazdığı sene, onun ömrü tam kırkdört olduğu halde, kendini ortalama olarak kırk yaşında kabul ettiğinden ve insanın bedeninde çalışan zerrelerin tamamına yakın bir bölümü, her altı ayda bir tazelenip değiştiğini ilmen kabul ettiği için, kendi o günki mevcud olan bedenini, yetmiş dokuz tane Saidlerin günahlı, elemli ölmüşlerinin, içinde yığılmış oldukları bir yıkılmış mezar kabul etmekte ve öyle de tasvir etmektedir. Sekseninci, yani sekseninci Said’i de, bütün o iç içe yığılan, ölmüş yetmiş dokuz tane Saidlerin başında bir mezar taşı olarak tasvir etmiştir.
Lemaatın başındaki şu açık mânâsını yazdığımız iki beytin zahir mânâlarını biraz daha açıklıyan Hazret-i Üstâd’ın “İşârât” isimli eserindeki şu satırlarıdır:
“Ben bu anda seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamânâ beni fırlatmışlar
şu Said: Yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı natıkın fihristesidir: Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımıyacaklardır.
Ben onların üstünde; yuvarlandım.. Hasenât, lezzât dağıldı kaldı, seyyiât, âlâm toplandı yüklendi...”(183)
Hazret-i Üstâd’ın bu çok ilmî ve çok veciz ve muammalı sözlerinin azıcık açıklanması gerekir sanırım. Kısaca olarak şöyle:
“Ben bu anda seksen tane Said’den süzülerek meydana çıkmışım. O geçmiş Saidler zincirleme şahsî kıyametlerle ve eklemli, bağlantılı çoğalmalarla suretler bırakarak, çalkalanıp şu zamânâ beni fırlatmışlardır.
şu mevcud hazır Said: Yetmiş dokuz ölü, bir konuşan diri Said’in fihristesidir. Eğer zaman denilen nehrin suyu donup dursa, temessül edecek o yetmiş dokuz tane Saidler birbirlerini görseler, muhalefet şiddetinden birbirlerini tanımıyacaklardır. (Yani hiç biri diğerine benzemiyecektir)
Ben (yani hazır mevcud Said) onların üstünden yuvarlanarak bugüne geldim. Güzellikler, lezzetli haller dağıldı geride kaldı. Amma günahlar ve elemler ise toplandı hep başıma yüklendi.”
Lemaatın başındaki “Eddai” unvanı altında olan satırların sadece baştaki iki satırının şifreli, işaretli ve remzli mânâlarını ise, şöylece izah edebiliriz:
Lemaatın başındaki şu açık mânâsını yazdığımız iki beytin zahir mânâlarını biraz daha açıklıyan Hazret-i Üstâd’ın “İşârât” isimli eserindeki şu satırlarıdır:
“Ben bu anda seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamânâ beni fırlatmışlar
şu Said: Yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı natıkın fihristesidir: Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımıyacaklardır.
Ben onların üstünde; yuvarlandım.. Hasenât, lezzât dağıldı kaldı, seyyiât, âlâm toplandı yüklendi...”(183)
Hazret-i Üstâd’ın bu çok ilmî ve çok veciz ve muammalı sözlerinin azıcık açıklanması gerekir sanırım. Kısaca olarak şöyle:
“Ben bu anda seksen tane Said’den süzülerek meydana çıkmışım. O geçmiş Saidler zincirleme şahsî kıyametlerle ve eklemli, bağlantılı çoğalmalarla suretler bırakarak, çalkalanıp şu zamânâ beni fırlatmışlardır.
şu mevcud hazır Said: Yetmiş dokuz ölü, bir konuşan diri Said’in fihristesidir. Eğer zaman denilen nehrin suyu donup dursa, temessül edecek o yetmiş dokuz tane Saidler birbirlerini görseler, muhalefet şiddetinden birbirlerini tanımıyacaklardır. (Yani hiç biri diğerine benzemiyecektir)
Ben (yani hazır mevcud Said) onların üstünden yuvarlanarak bugüne geldim. Güzellikler, lezzetli haller dağıldı geride kaldı. Amma günahlar ve elemler ise toplandı hep başıma yüklendi.”
Lemaatın başındaki “Eddai” unvanı altında olan satırların sadece baştaki iki satırının şifreli, işaretli ve remzli mânâlarını ise, şöylece izah edebiliriz:
Yükleniyor...