EVET NEDEN URFA?...
Bu, bir manevî emir mi idi?. Bir câzibe mi idi? Yahut mücerreden onun Urfa’yı çok sevdiği, arzu ettiği için miydi?..1960 yılının şartları içinde bin küsûr kilometre yolu, sekerat halinde, aniden karar verip, yola düşüp, ve o uzun yolu kat’edip Urfa’ya gelmesi ne bir tesadüf, ne de keyfi bir seyahat idi herhalde... Öyle ise neden Urfa’ya?..
Gerçi hakikat olarak Hazret-i Üstâd’ın bilhassa 1949’lardan sonra Urfa’ya karşı teveccüh ve alakası çok başka idi, farklı idi. Aslında, Risale-i Nurla alaka peyda edip, Nur hizmetinin oluştuğu her yerle, her belde ile, Nur hizmetinin derecesine göre alaka ve teveccühleri olurdu. Merhum Albay Hacı Hulusi Bey’in 1949’da gelip başlattığı Urfa hizmet-i imaniyesiyle Hazret-i Üstâd, bu tarihten itibaren çok yakından alakadar olmaya başlamıştı.
Daha sonra Urfa’lıların gidip Üstâd’dan, Nurları neşredecek yetişkin bir talebesini istemeleri üzerine, Hazret-i Üstâd evvela 1950’de Merhum Ceylan Çalışkan’ı göndermişti. Ceylan Urfa’da altı ay kâdar hizmet için kaldıktan sonra ayrılmıştı. Urfalılar 1951’de yeniden Üstâd’a giderek yine talebelerinden hizmet ehli birini istemişlerdi. Bu arada Hazret-i Üstâd’ı da Urfa’ya davet etmişlerdi. Tam bu sıralarda Abdullah Yeğin ağabey de Ankara Dil Tarih Fakültesinin son sınıfından ayrılmış, Üstâd’ın yanına, hizmetine gelmişti. Hazret-i Üstâd 1951 yılının onuncu ayında Abdullah Yeğin ağabeyi, bir kaç ay sonra da Zübeyr ağabey ve arkasından Hüsnü ağabeyi Urfa’ya göndermişti.”(175)
Üstâd Hazretleri bu iki üç talebesini Urfa’ya göndermeden önce de, Urfalı Vahdî Gayberi ile yada trenle onun adresine Urfaya bir kısım hususi eşyasını, kıymetli kitaplarını ve çok mübarek, çok mühim olan cübbesini yollamıştı. Ki kendisi de “Urfa’ya geleceğim” diye...
Hazret-i Üstâd’ın Urfa’ya gönderdiği eşyası ise, hakikaten va’dettiği gibi arkasından gidilecek eşya idi. ıki kat yatak, bir portatif somya, büyük bir sandık dolusu en kıymetli ve hususi el yazma, müsahhah Nur kitapları.. ve bunların içinde en kıymetli yadigar ve mübarek şey ise, Mevlânâ Halid-i Bağdadî (K.S.) Hazretleri’nin mübarek emanet cübbesiydi.(*)
Bu, bir manevî emir mi idi?. Bir câzibe mi idi? Yahut mücerreden onun Urfa’yı çok sevdiği, arzu ettiği için miydi?..1960 yılının şartları içinde bin küsûr kilometre yolu, sekerat halinde, aniden karar verip, yola düşüp, ve o uzun yolu kat’edip Urfa’ya gelmesi ne bir tesadüf, ne de keyfi bir seyahat idi herhalde... Öyle ise neden Urfa’ya?..
Gerçi hakikat olarak Hazret-i Üstâd’ın bilhassa 1949’lardan sonra Urfa’ya karşı teveccüh ve alakası çok başka idi, farklı idi. Aslında, Risale-i Nurla alaka peyda edip, Nur hizmetinin oluştuğu her yerle, her belde ile, Nur hizmetinin derecesine göre alaka ve teveccühleri olurdu. Merhum Albay Hacı Hulusi Bey’in 1949’da gelip başlattığı Urfa hizmet-i imaniyesiyle Hazret-i Üstâd, bu tarihten itibaren çok yakından alakadar olmaya başlamıştı.
Daha sonra Urfa’lıların gidip Üstâd’dan, Nurları neşredecek yetişkin bir talebesini istemeleri üzerine, Hazret-i Üstâd evvela 1950’de Merhum Ceylan Çalışkan’ı göndermişti. Ceylan Urfa’da altı ay kâdar hizmet için kaldıktan sonra ayrılmıştı. Urfalılar 1951’de yeniden Üstâd’a giderek yine talebelerinden hizmet ehli birini istemişlerdi. Bu arada Hazret-i Üstâd’ı da Urfa’ya davet etmişlerdi. Tam bu sıralarda Abdullah Yeğin ağabey de Ankara Dil Tarih Fakültesinin son sınıfından ayrılmış, Üstâd’ın yanına, hizmetine gelmişti. Hazret-i Üstâd 1951 yılının onuncu ayında Abdullah Yeğin ağabeyi, bir kaç ay sonra da Zübeyr ağabey ve arkasından Hüsnü ağabeyi Urfa’ya göndermişti.”(175)
Üstâd Hazretleri bu iki üç talebesini Urfa’ya göndermeden önce de, Urfalı Vahdî Gayberi ile yada trenle onun adresine Urfaya bir kısım hususi eşyasını, kıymetli kitaplarını ve çok mübarek, çok mühim olan cübbesini yollamıştı. Ki kendisi de “Urfa’ya geleceğim” diye...
Hazret-i Üstâd’ın Urfa’ya gönderdiği eşyası ise, hakikaten va’dettiği gibi arkasından gidilecek eşya idi. ıki kat yatak, bir portatif somya, büyük bir sandık dolusu en kıymetli ve hususi el yazma, müsahhah Nur kitapları.. ve bunların içinde en kıymetli yadigar ve mübarek şey ise, Mevlânâ Halid-i Bağdadî (K.S.) Hazretleri’nin mübarek emanet cübbesiydi.(*)
Yükleniyor...