Bayram Yüksel Ağabey diyor: “Üstâd’ın başında bekleme nöbeti bana ve Zûbeyr abiye gelmişti. Başında bekliyorduk. Zübeyr abi Üstâd’ımızın kollarını, ben de ayaklarını oğuyorduk. Saat iki veya ikibuçuk sıralarında Üstâdımız bir ara birden diskinir gibi yaparak gözlerini açtı. Bana baktı ve “Gideceğiz!..” dedi.
Evet gideceğiz Üstâdım!.. Nereye gideceğiz, dedim.
“Urfa-Diyarbekir!...” dedi.
Az bir müddet sonra, tekrar: “Gideceğiz!” dedi. Nereye Üstâd’ım, dedim.
“Urfa’ya gideceğiz!” dedi.
Zübeyr ağabey: “Üstâd’ımızın ateşi fazladır. ıhtimal ki baygınlık halinde böyle söylüyor olabilir” dedi.
Fakat sonra baktık ki, Üstâd’ımız o emrini sık sık tekrarlıyor ve “Sabah olsun, hemen Urfa’ya gideceğiz!” diyordu. Diyarbekir kelimesi sadece bir defa ağzından çıkmıştı. Daima Urfa diyordu.
Bu arada Tahiri ağabeyle, Hüsnü kardeşimiz geldiler. Nöbeti bizden devraldılar. Biz ikimiz sahur yemeğini yemeye gittik. Üstâd Hazretleri tekrar ve ısrarla Hüsnü kardeşimize “Hazırlanın, Urfa’ya gideceğiz” demiş.
Hüsnü kardeşimiz: “Lastikler arızalı...” falan demişse de, Üstâd: “Başka bir araba da olabilir.. ıkiyüz lira da olsa vereceğiz. Hatta cübbemi bile satar, araba ücretini verip, gideceğiz!” demiş.
Hüsnü geldi, durumu anlattı. Artık kararın kesin olduğunu anladık. Hemen arabayı hazırlamaya başladık. Arabanın gerçi hakikaten bazı lastikleri eski ve patlaktı, arızalı idi. Fakat pazar günü o saatte lastik bulmak da mümkin değildi. ıster istemez mevcutları hazırlamaya, arabanın bakımını yapmaya koyulduk.
Biz hepimiz arabanın hazırlığıyla uğraşırken, Üstâd Tahiri ağabeye bir kaç defa “Sen de git, yardım et!” demiş, yanımıza göndermişti.
Tahiri ağabey geldi, “Kardeşim Üstâd çok acele ediyor, çabuk olun! Ben de birşeyler yardım edeyim” diyordu.
Yükleniyor...