Muradiyeli Kamil Acar anlattı: (28.8.987’de Urfa’da anlatmıştı)
“1957’de Üstâd’ımızın ziyaretine Ercişli Muzaffer Küçükyıldız’la beraber gitmiştik. Muzaffer ise, Erciş’te oturan Arvasîlerden seyyid molla Abdülvahhab’ın müridiydi. Hazret-i Üstâd bizden memleketteki bir çok kimseleri sordu, selâm gönderdi. Hatta daha önceleri adı geçen molla Abdülvahhab’a da selâm gönderirken, bu defa Üstâd bu zattan hiç bahsetmedi. Selâm da göndermedi. Saf kalbli Muzaffer Küçükyıldız ise, hararetle Üstâd’ın onun şeyhine selâm göndermesini arzu ediyor ve bekliyordu. Hazret-i Üstâd memleketteki eski dost ve talebelerinin isimlerini sayarak selâm gönderdiği sırada, Muzaffer Küçükyıldız: “Kurban, ya seyyid Molla Abdülvahhab’a!..” diye sordu. Fakat Üstâd ses çıkarmıyordu. Bu zat ise, yani molla Abdülvahhab 1957 seçiminde CHP’den aday olmuş, meb’us olmuştu. Anlıyoruz ki, Hazret-i Üstâd ona dargındı.”
Bu rivayet Ercişli Muzaffer Küçük Yıldızın Son şahitler-5’deki hatıralarına uygun geldiğinden, buraya Mü.Küçük Yıldızın hatırası ayrıca decedilmedi.
Mustafa Sungur Ağabeyden bir iki rivayet: (Bu rivayetler bizim hatıra dosyamızda mahfuzdurlar)
“Üstâd’ımız bir gün buyurmuşlardı ki: “Eskide çok ehl-i tefekkür ve ehl-i hikmet büyük zatlar tefekkür mesleğinde hakikata ulaşmışlar, fakat tedkik mesleğinde galiben az sülûk edebilmişler.” Bu münasebetle Marifetname sahibi ıbrahim Hakkı Hazretlerinin ismi geçmişti. Buyurdular ki “ıbrahim Hakkı muhakkikindendir, fakat müdekkikinden değildir.”
Sonra buyurmuşlardı ki; Ben hikmetteki tedkik mesleğinde eşyadaki dekaik-i san’at üzerine bina edilen tefekkür mesleğinde sülûke muvaffak oldum.”
Mustafa Sungur Ağabeyin ikinci hatırası:
(143) Nurs Yolu, s: 51.
“Üstâd’ımız bazen yemin ederek diyordu ki: “Vallahi ben ağaç gibi masnuat-ı ilâhiyyeye baktıkça, ruh ve kalbimin hisse-i zevk ve feyizlerinden başka, nefsim itibarıyla da, yirmi sinemadan ziyade zevk alıyorum.”
Nitekim bu hakikatlı mânâyı Hazret-i Üstâd onyedinci sözün fârisi beytleri içinde, bir beytin Türkçe mânâsında şöyle diyor: “Hevay-i nefis ise: şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvak-ı mecaziyi ona unutturup, o hevay-ı nefsin hayatı olan zevk-i mecaziyi terketmekle, bu zevk-i hakikatta ölmek istiyor.”
“1957’de Üstâd’ımızın ziyaretine Ercişli Muzaffer Küçükyıldız’la beraber gitmiştik. Muzaffer ise, Erciş’te oturan Arvasîlerden seyyid molla Abdülvahhab’ın müridiydi. Hazret-i Üstâd bizden memleketteki bir çok kimseleri sordu, selâm gönderdi. Hatta daha önceleri adı geçen molla Abdülvahhab’a da selâm gönderirken, bu defa Üstâd bu zattan hiç bahsetmedi. Selâm da göndermedi. Saf kalbli Muzaffer Küçükyıldız ise, hararetle Üstâd’ın onun şeyhine selâm göndermesini arzu ediyor ve bekliyordu. Hazret-i Üstâd memleketteki eski dost ve talebelerinin isimlerini sayarak selâm gönderdiği sırada, Muzaffer Küçükyıldız: “Kurban, ya seyyid Molla Abdülvahhab’a!..” diye sordu. Fakat Üstâd ses çıkarmıyordu. Bu zat ise, yani molla Abdülvahhab 1957 seçiminde CHP’den aday olmuş, meb’us olmuştu. Anlıyoruz ki, Hazret-i Üstâd ona dargındı.”
Bu rivayet Ercişli Muzaffer Küçük Yıldızın Son şahitler-5’deki hatıralarına uygun geldiğinden, buraya Mü.Küçük Yıldızın hatırası ayrıca decedilmedi.
Mustafa Sungur Ağabeyden bir iki rivayet: (Bu rivayetler bizim hatıra dosyamızda mahfuzdurlar)
“Üstâd’ımız bir gün buyurmuşlardı ki: “Eskide çok ehl-i tefekkür ve ehl-i hikmet büyük zatlar tefekkür mesleğinde hakikata ulaşmışlar, fakat tedkik mesleğinde galiben az sülûk edebilmişler.” Bu münasebetle Marifetname sahibi ıbrahim Hakkı Hazretlerinin ismi geçmişti. Buyurdular ki “ıbrahim Hakkı muhakkikindendir, fakat müdekkikinden değildir.”
Sonra buyurmuşlardı ki; Ben hikmetteki tedkik mesleğinde eşyadaki dekaik-i san’at üzerine bina edilen tefekkür mesleğinde sülûke muvaffak oldum.”
Mustafa Sungur Ağabeyin ikinci hatırası:
(143) Nurs Yolu, s: 51.
“Üstâd’ımız bazen yemin ederek diyordu ki: “Vallahi ben ağaç gibi masnuat-ı ilâhiyyeye baktıkça, ruh ve kalbimin hisse-i zevk ve feyizlerinden başka, nefsim itibarıyla da, yirmi sinemadan ziyade zevk alıyorum.”
Nitekim bu hakikatlı mânâyı Hazret-i Üstâd onyedinci sözün fârisi beytleri içinde, bir beytin Türkçe mânâsında şöyle diyor: “Hevay-i nefis ise: şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvak-ı mecaziyi ona unutturup, o hevay-ı nefsin hayatı olan zevk-i mecaziyi terketmekle, bu zevk-i hakikatta ölmek istiyor.”
Yükleniyor...