Yine Muhyiddin Yürüten der ki:
“Üstâd, Abdülvahid Tabakçı’nın evinde kalırken, sık sık ziyaretine giderdik. 1959 senesi Ramazan ayında bir gün yine yanına vardığımızda şöyle demişti:
“Muhyiddin! Bak, sesim kısıldı. Artık meramımı muhataplarıma zor anlatır oldum. Anladım ki vazifem bitmiş.. Fakat bana bir sene daha ömür verildi“
(136) Zafer Mecmuası, Sayı :130, s: 16.
(137) Son şahitler-3, s: 77.
Hazret-i Üstâd bu sözlerini Ramazan ortalarına doğru söylemişti. Hakikaten ertesi sene, kadir gecesinde Üstâd vefat ettiği zaman, bir sene önce söylenen sözlerinin bir işaret olduğunu anladım, amma iş işten geçmiştı.”(138)
Yine Muhyiddin Yürüten’den:
“Üstâd optalidon ilâcı kullanırdı. İlâcı bitmişti. Kardeşlerden birisine yüz kuruş vererek eczahaneye gönderdi. Ancak ilâcın fiatı yüz on kuruşa çıkmış olduğundan, o kardeş on kuruş ilâve etmiş. Sonra ilâcı alıp getirdi. Üstâd ilâcı yutmak için ağzına aldı, fakat bir türlü yutamadı. Bir kaç defa teşebbüs etti ise de, ilâcı yutmaya muvaffak olamıyordu. Sonra o kardeşi çağırıp ilâcı kaça aldığını sordu. Yüz on kuruşa aldığını söyleyince, Üstâd on kuruş daha verdi ve öylece ilâcı rahatlıkla alabildi.. Ve bana dönüp şöyle demişti: “Kardeşim, işte görüyorsun.. başkasının malını yiyemiyorum. Boğazımdan geçmiyor.”(139)
Doktor Tahir Barçın’dan bir hatıra:
“Bir Hıdır-İlyas (Hıdırellez) günü kerametli tepeye gitmiştik. Üstâd’la beraber bir kaç kişi daha vardık. Tepeye çıktık. Üstâd yüksek ve dik bir yamaca oturdular. Biz ise kayıyorduk, tam oturamıyorduk. Üstâd bizim o halimize tebessümle bakıyordu. Daha önceleri de bu tepeye gelmişler. Bu tepeye “Kerametli tepe” diyordu.
Üstâd beraber gelen talebelerini göstererek: “Buraya bu keçeller ile beraber gelmiştik. Ekmeği düşürdüler, ekmek tepeden yuvarlanarak aşağı gitti. Onlar da ekmeğin peşinden koştular, fakat bulamadılar. Dereden elleri boş döndü. Sonra ben kendilerini çağırdım, ekmek kendilerinden evvel gelmişti. çünki “Bu dağın sahibi vardır, ekmeğimizi sizlerden evvel getirdiler” dedim.
Üstâd Hazretleri tebessüm ederek bu hatırayı böylece bize de anlattı ve “Bu tepe bundan dolayı Kerametli Tepedir” dedi”(140)
Bu hadiseyi biz ayrıca Emirdağ’lı talebelerden de dinlemiştik. Somun ekmeğinin mezkûr tepeden aşağıya doğru yuvarlanarak derenin dibine gittiği zaman, onu bulup getirmeye giden talebeler boş dönmüşler.. Döndüklerinde Üstâd onlara ekmeği göstererek: “Siz zannediyor musunuz ki; benim hizmetimi gören sadece sizlersiniz!.. Sizin gibi hizmetçilerim cinnilerden de vardır.” Demiştir” diye bir kaç kişiden dinledim. Onlardan birisi merhum Mehmet Çalışkan’dır.
“Üstâd, Abdülvahid Tabakçı’nın evinde kalırken, sık sık ziyaretine giderdik. 1959 senesi Ramazan ayında bir gün yine yanına vardığımızda şöyle demişti:
“Muhyiddin! Bak, sesim kısıldı. Artık meramımı muhataplarıma zor anlatır oldum. Anladım ki vazifem bitmiş.. Fakat bana bir sene daha ömür verildi“
(136) Zafer Mecmuası, Sayı :130, s: 16.
(137) Son şahitler-3, s: 77.
Hazret-i Üstâd bu sözlerini Ramazan ortalarına doğru söylemişti. Hakikaten ertesi sene, kadir gecesinde Üstâd vefat ettiği zaman, bir sene önce söylenen sözlerinin bir işaret olduğunu anladım, amma iş işten geçmiştı.”(138)
Yine Muhyiddin Yürüten’den:
“Üstâd optalidon ilâcı kullanırdı. İlâcı bitmişti. Kardeşlerden birisine yüz kuruş vererek eczahaneye gönderdi. Ancak ilâcın fiatı yüz on kuruşa çıkmış olduğundan, o kardeş on kuruş ilâve etmiş. Sonra ilâcı alıp getirdi. Üstâd ilâcı yutmak için ağzına aldı, fakat bir türlü yutamadı. Bir kaç defa teşebbüs etti ise de, ilâcı yutmaya muvaffak olamıyordu. Sonra o kardeşi çağırıp ilâcı kaça aldığını sordu. Yüz on kuruşa aldığını söyleyince, Üstâd on kuruş daha verdi ve öylece ilâcı rahatlıkla alabildi.. Ve bana dönüp şöyle demişti: “Kardeşim, işte görüyorsun.. başkasının malını yiyemiyorum. Boğazımdan geçmiyor.”(139)
Doktor Tahir Barçın’dan bir hatıra:
“Bir Hıdır-İlyas (Hıdırellez) günü kerametli tepeye gitmiştik. Üstâd’la beraber bir kaç kişi daha vardık. Tepeye çıktık. Üstâd yüksek ve dik bir yamaca oturdular. Biz ise kayıyorduk, tam oturamıyorduk. Üstâd bizim o halimize tebessümle bakıyordu. Daha önceleri de bu tepeye gelmişler. Bu tepeye “Kerametli tepe” diyordu.
Üstâd beraber gelen talebelerini göstererek: “Buraya bu keçeller ile beraber gelmiştik. Ekmeği düşürdüler, ekmek tepeden yuvarlanarak aşağı gitti. Onlar da ekmeğin peşinden koştular, fakat bulamadılar. Dereden elleri boş döndü. Sonra ben kendilerini çağırdım, ekmek kendilerinden evvel gelmişti. çünki “Bu dağın sahibi vardır, ekmeğimizi sizlerden evvel getirdiler” dedim.
Üstâd Hazretleri tebessüm ederek bu hatırayı böylece bize de anlattı ve “Bu tepe bundan dolayı Kerametli Tepedir” dedi”(140)
Bu hadiseyi biz ayrıca Emirdağ’lı talebelerden de dinlemiştik. Somun ekmeğinin mezkûr tepeden aşağıya doğru yuvarlanarak derenin dibine gittiği zaman, onu bulup getirmeye giden talebeler boş dönmüşler.. Döndüklerinde Üstâd onlara ekmeği göstererek: “Siz zannediyor musunuz ki; benim hizmetimi gören sadece sizlersiniz!.. Sizin gibi hizmetçilerim cinnilerden de vardır.” Demiştir” diye bir kaç kişiden dinledim. Onlardan birisi merhum Mehmet Çalışkan’dır.
Yükleniyor...