SELAHADDİN KAPLAN HOCA’DAN GELEN RİVAYETLE ACİP BİR HADİSE

20.2.1988 Cumartesi günü İstanbul Sümbülefendi dershanesinde cemaat huzurunda hadiseyi şöyle anlattı:

“Bizim Diyarbekir’in Silvan kazasından ilim talebesi Fakih Mehmet adında bir genç, tahminen 1958-1960 arasında Siverek’in bir köyünde Ramazan imamlığını yapmakta iken, bayrama yakın köyden ayrılıp, evine dönmek üzere olduğu günlerde, bir gece rüyasında Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ı görüyor. Üstâd ona: “Siverek’te Eyyubey Muhammed (Mehmet oğlu Eyüb) ismindeki bir adamda benim bir emanetim vardır, git o emaneti ondan al” diyor.

Fakih Mehmet bu rüyayı gördükten sonra uyanır, rüya olduğu için fazla ehemmiyet vermez ve yatar. Yine aynı şekilde Üstâd Hazretlerini rüyada görür. Üstâd kendisine aynı şeyi söyler. Bu şekilde aynı gece içinde üstüste üç defa Üstâd’ı görür.

Fakih Mehmet sabahleyin köyden Siverek’e gider. Bir berber dükkânına girer, berbere: “Eyyubey Muhammed isminde bir kimseyi tanır mısınız?” diye sorar. Berber; evet tanıyorum der. Tam o esnada dükkânın önünden geçen bir genci göstererek: “İşte onun oğlu” der. Fakih Mehmet o genci çağırtır ve babasıyla görüşmek istediğini söyler. Genç, buyrun eve gidelim, babam evdedir der ve beraber eve giderler.

(135) Son şahitler-3, s: 77.

Ev sahibi Eyvubey Muhammed, oğlu ile beraber gelen Fakih Mehmet’ten şüphelenir. Hiç tanımadığı bir gencin kendisiyle ne işi olabilir? o sırada da hükümetin ve hafiye polislerin takipleri fazladır. Fakih Mehmet, o zata dikkat eder, çok telâşlı olduğunu görünce der ki: Beni size Bediüzzaman Hazretleri gönderdi. Bu sözü duyan ev sahibi, daha da çok telâşlanır. Ama telâş içinde tesir altında kaldığını da gizleyemez. Hatta gözleri de yaşarır.

Genç Fakih Mehmet gördüğü rüyayı olduğu gibi kendisine anlatır.Bunun üzerine ev sahibinin telâşı zail olur, sâkinleşir ve der ki: “Evet Bediüzzaman Hazretlerinin bende bir emaneti vardır. Ben Kastamonu’da 18 sene önce askerliğimi yaparken; bana bazı kimseler demişlerdi ki, burada şarklı büyük bir hoca vardır. Bende o zatı ziyaret etmek ve elini öpmek arzusu uyanmıştı. Bir pazar günü izinli olarak bazı asker arkadaşlarımla birlikte Kastamonu kâlesının arkasında gezinirken; bir çeşmenin üstünde oturmuş yaşlı bir zatı bana göstererek “İşte o hoca!” dediler. Ben de onu ziyaret için kendisine yaklaşmaya başladım. Karşı tarafta da onu takip etmekle görevli sivil polisler varmış. Ben henüz yanına varmadan ve birkaç metre uzak iken, o zat benim tarafa dönerek ismimle Eyüb diye çağırdı. Gittim, elini öptüm.

Yükleniyor...