bana: “Kendine bakmıyorsun, iyi bir doktora git ve saire” dediler. Ben de o sene yine ticari işlerim için İstanbul’a gittim.O zamanlar Heybeliada’da meşhur doktorlar, verem doktorları vardı. Oraya gittim. Lâzım gelen röntgen, tükrük muayenesi vesaire tüm tahlilleri yaptırdım. Doktorlar bana hiç bir şeyin yoktur dediler.
Ben doktorlara, neden peki kolum tutmuyor, ağrı sızı var? dedim. Doktorlar: “Vücudunda D vitamini eksikliği var, başka bir şey yok” dediler ve bana bir hap verdiler.
Bir hafta sonra da, İstanbul’da kaynımın tanıdığı iyi bir doktora muayene oldum. Beni aynaya koydu, muayene etti. “Senin ciğerlerinde büyük bir yara varmış.. Fakat şimdi tamamen kapanmış. Sen ne yaptın ki? Bu yara kendi kendine kapanmaz” dedi.
Ben hiç bir şey yapmadım ve tıbbî tedavî de görmedim dedim. Doktor çok hayret etti. Bu yara iyi bir tedavi olmadan kendi kendine kapanmaz dedi.
İşte böyle... Artık o hastalığı görmedim.
Benim on sefer kadar Üstâd Hazretlerini ziyaretim vardır. En son ziyaretim, 1960 başında Üstâd’ı Ankara’dan geri Emirdağ’a çevirdiklerinde; onu Ankara’dan bir kaç arkadaşla gidip davet edenlerin içinde ben de vardım. Emirdağ’a geldiğimizde, Hazret-i Üstâd bizim onu davet etmemize karşı demişti ki: “Ben bu kardeşlerimin davetlerine, ölüm de olsa icabet etmek mecburiyetindeyim” ve hemen hazırlığını yaparak yola düştü. Sonra malûm olan yolda hükûmet kararıyla onu geri Emirdağ’a çevirnıişlerdi...”
Üçüncü Örnek:
“Bu meselede en bariz bir şahid de Avukat Bekir Berk’tir. Bu zat Risale-i Nurların müdafaalarına başladığı günlerde, kendisinde mevcud tüberkülozun üçüncü safhasına varan hastalığı ve bütün hekimlerin “Ne karada, ne denizde, ne havada seyahat etmesi mahzurludur” diye olan raporlarına rağmen, Bediüzzaman Hazretleriyle görüştüğünde: “Sen onları dinleme! Sende hiç bir şey yoktur. Hizmetine devam eyle!” demesi ve her halde ona olan duaları neticesi, Bekir Berk öyle bir sıhhat kesbetti ki; karasıyla da, deniziyle de, havasıyla da ondört sene fıldır fıldır Türkiye’nin her tarafını durmadan gezdiği halde, gittikçe enerjik ve dinamiklik ve sıhhat kesbetmiştir. Bu hadise meşhurdur. Bizzat Bekir Berk’den müteaddit defalar duyduğum gibi hadisenin şahidleri de çoktur...
Ben doktorlara, neden peki kolum tutmuyor, ağrı sızı var? dedim. Doktorlar: “Vücudunda D vitamini eksikliği var, başka bir şey yok” dediler ve bana bir hap verdiler.
Bir hafta sonra da, İstanbul’da kaynımın tanıdığı iyi bir doktora muayene oldum. Beni aynaya koydu, muayene etti. “Senin ciğerlerinde büyük bir yara varmış.. Fakat şimdi tamamen kapanmış. Sen ne yaptın ki? Bu yara kendi kendine kapanmaz” dedi.
Ben hiç bir şey yapmadım ve tıbbî tedavî de görmedim dedim. Doktor çok hayret etti. Bu yara iyi bir tedavi olmadan kendi kendine kapanmaz dedi.
İşte böyle... Artık o hastalığı görmedim.
Benim on sefer kadar Üstâd Hazretlerini ziyaretim vardır. En son ziyaretim, 1960 başında Üstâd’ı Ankara’dan geri Emirdağ’a çevirdiklerinde; onu Ankara’dan bir kaç arkadaşla gidip davet edenlerin içinde ben de vardım. Emirdağ’a geldiğimizde, Hazret-i Üstâd bizim onu davet etmemize karşı demişti ki: “Ben bu kardeşlerimin davetlerine, ölüm de olsa icabet etmek mecburiyetindeyim” ve hemen hazırlığını yaparak yola düştü. Sonra malûm olan yolda hükûmet kararıyla onu geri Emirdağ’a çevirnıişlerdi...”
Üçüncü Örnek:
“Bu meselede en bariz bir şahid de Avukat Bekir Berk’tir. Bu zat Risale-i Nurların müdafaalarına başladığı günlerde, kendisinde mevcud tüberkülozun üçüncü safhasına varan hastalığı ve bütün hekimlerin “Ne karada, ne denizde, ne havada seyahat etmesi mahzurludur” diye olan raporlarına rağmen, Bediüzzaman Hazretleriyle görüştüğünde: “Sen onları dinleme! Sende hiç bir şey yoktur. Hizmetine devam eyle!” demesi ve her halde ona olan duaları neticesi, Bekir Berk öyle bir sıhhat kesbetti ki; karasıyla da, deniziyle de, havasıyla da ondört sene fıldır fıldır Türkiye’nin her tarafını durmadan gezdiği halde, gittikçe enerjik ve dinamiklik ve sıhhat kesbetmiştir. Bu hadise meşhurdur. Bizzat Bekir Berk’den müteaddit defalar duyduğum gibi hadisenin şahidleri de çoktur...
Yükleniyor...