Ben Üstâd’ın bu emirli sözlerindeki mânâyı, o gece Ankara’ya varıp evime telefon ettikten sonra anlamıştım. Evden bana, Isparta’da tevkif edildiğim haberini söylediler.

(102) Son şahitler-1, s: 59.

Ben Isparta’da Üstâd’ın ziyaretinden ayrılırken, Üstâd’ın kapısında bekliyen polis arabasının yanına gittiğimde hüviyetimi göstermiştim. Adımı adresimi meğer tesbit etmişler ve o günü akşam şifre ile Ağrı’dan durumum soruşturulmuş. Eve çocuklarıma da tevkif edildiğim haberi gitmiş. Böylece Üstâd’ın emriyle Isparta’dan ayrılarak, Ankara’dan evime telefon etmemle evim meraktan o gece kurtulmuş oldu.”(103)

Hukukçu Mustafa Türkmenoğlu anlatıyor:



Ben 1957 senesi son aylarında Isparta da Üstâd’ı ziyaret ettiğimde, ilk karşılaşmamızda bana: “Ben seni tanıyorum” dedi. Sonra memleketimi sordu. Ben de pederimin memleketi olan “Hama”yı söyledim.

Üstâd Hazretleri, uzak bir yere bakar gibi yaparak biraz durdu, düşündü sonra bana: “Senin aslın Şam’dandır. Şam’da bir Kürd mahallesi vardır. Sen oradansın.” dedi. Fakat biraz sonra da, bana dönerek: “Sen hem Kürdsün hem Arapsın” yahut da “Sen Kürd-Arap karışımısın” dedi.

Mustafa Türkmenoğlu diğer bir hatırasını da şöyle anlattı: (Bu hatırayı bize Isparta’da 4.984 bir iftar vaktinde anlatmıştı)

“Ben 1957 yıllarında, Ankara’da Risale-i Nur’un matbaa işlerinde çalışırken, sabahtan akşama kadar matbaada kalmaya bazen mecbur oluyordum. Bir gün değil, iki gün değil, üç gün değil.. Aylarca devam etmişti. Nefsim beni sıkıyordu. “Biraz istirahat, gezmek, teneffüs etmek için bir hakkım yok mu? Hürriyetim yok mu?..” diyor ve kendi kendime bağıra bağıra konuşuyordum.

O sıralarda bir gün Üstâd Hazretlerine matbaa ve Risale baskısı hakkında istişare etmek için gitmiştim. Üstâd’ın kapısından, yani odasından ayağımı içeri atar atmaz, bana olan ilk sözü: “Ne hürriyeti!..” diye bağırması olmuştu.”(104)

Üstâd’ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur Ağabey anlatıyor:

“Bir gün Isparta’da Üstâd’ımızla beraber bir tarafa teneffüs için gitmiştik. Bir yerde oturup, on beşinci mektuptan tashih için okuyorduk. Hazret-i Ali ile (R.A.) Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında cereyan eden vakıadan dolayı, kalbimde Hazret-i Mizaviyeye karşı bir iğbirar hissettim. Bu histen ona karşı bir çeşit adavet hissi kalbimde uyanıyordu. Tam bu esnada Hazret-i Üstâd dirseğiyle göğsüme vurdu ve: “Alâ külli-hal onlar da bütün bütün haksız değil idiler” diyerek beni ikaz etti.”(105)


Yükleniyor...