geldi ki: “Yetmiş yaşına giren bir münafık ölüp Cehenneme gitti.” Zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te’vilini gösterdi.”

Cennetten geldiği Hadîs-i şerif’te bildirilen üç nehre dair gelecek cevap ise, yine Zülfikâr Mecmuasında Mucizat-ı Kur’âniye zeyillerinden Yirminci Sözün Birinci Makamındadır Aynen yazıyoruz:

Bu fıkra ile, dağlardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evâmir-i tekviniyeye karşı ne kadar harikanüma ve mucizevârî bir surette mazhar ve musahhar olduğunu ifham eder.. Ve onunla şöyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki: şöyle azim ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaâları olsun. Çünki: Faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrûtî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli ve kesretli cereyanlarına, muvazeneyi kaybetmeden birkaç ay ancak dayanabilirler.. Ve o kesretli masarife karşı gâliben bir metre kadar toprağa nüfuz eden yağmur, kâfi varidat olamaz. Demek ki: şu enharın neb’anları âdî ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir. Belki pek harika bir surette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor. İşte bu sırra işareten bu mânâyı ifade için Hadîste rivayet ediliyor ki: “O üç nehrin herbirisine Cennetten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler.”

Hem bir rivayette denilmiştir ki: “şu üç nehrin menbaları, Cennettendir” şu rivayetin hakikati şudur ki: Madem esbab-ı maddiye, şunların bu derece kesretli nebeanına kâfi değildir. Elbette menba’ları, bir âlem-i gaybdandır ve gizli bir hazine-i gaybden gelir ki, masarif ile varidatın muvazenesi devam eder İlâhir...”

Mânâsı tâm bilinmiyen veya mânâ-yı zahirisi hakikata mutabık olmayan Hadîs-i şeriflere edilen bu nevi itirazlar, Kur’ân-ı Hakîmin evham kabul etmiyen kal’asına da gideceğinden, münafıkların medar-ı bahs ettikleri Âyât hakkında Risale-i Nur’un verdiği kat’î cevapların bir iki misâlini zikrediyoruz:

Evvelâ: Kur’ân-ı Hakîm, kâinata mânây-ı harfiyle bakıyor. Felsefe ise, mânây-ı ismiyle bakıyor. Kur’ân-ı Hakîm; eşyayı, mahiyet-i zatiyesinden değil, Sâni’a delil olduğu cihetten nazara alıp mütalâa ediyor.

Meselâ der. Evvelemirde maksad-ı Kur’ân, Sâniin azamet ve kudretine delâlet için, kâinattaki intizamı zikretmektir. Bu ayetle o intizama delâlet ederek, gece gündüzdeki tasarrufât-ı ılâhiyeyi ihtar eder. Kozmoğrafya dersi vermiyor ki, medar-ı tekzib olsun. Halbuki: deki

Yükleniyor...