Aynen bu âyet gibi, dört nehrin Cennetten geldiğine dair olan Hadis-i şerif dahi, mânây-ı zahirisi değil, mânây-ı maksudu murad ederek, o dört nehrin tamamen esbab-ı maddiye haricinde akıp, Mısır’ın kumistanını cennete çeviren Nil-i Mübarek misillü pek azîm niam-ı ılâhiyeye işaret için: “Cennetten geliyor” denmiş.

Bu nevi Âyet ve Hadîslerde mânây-ı zahire bakılmaz. Mânây-ı maksud doğru olsa, kelâm sadıktır.

Meselâ: Elsine-i arabda kesretle müstâmel olan durub-u emsallerden “külü çok” ve “kılıçbendi uzun” gibi darb- ı meseller, birincisi sehâvete, ikincisi uzun boylu olmaya delâlet etmekle; sehavetli ve boyu uzun olmak şartiyle zâhiren külü ve kılıncı olmasa da, kelâm haktır ve sadıktır, tekzib edilemez. Risale-i Nur’un, hakkında Cennetten geldiğine dair Hadis olan dört nehre dair cevabını neşretmeden evvel, beşerin en belîği ve en fasîhi ve

hakikatlarına mazhar Resul-i Ekrem Aleyhisselâmın Hadis-i şerifleri hakkında Risale-i Nur’un “Zülfikâr-ı Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’âniye” namında ehl-i ilme pek çok lâzım olan ve Peygamberimize aid üçyüzden fazla kat’î mucizat ile Kur’ân’ın kırk vech-i i’cazını ve Haşri isbat eden büyük bir mecmuanın “Mucizat-ı Ahmediye” kısmında beyan edilen bir hususu dercedelim:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder. Hem Resuldür, Risalet itibariyle Cenab-ı Hakkın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti vahye istinad eder. Vahy, iki kısımdır. Biri, vahy-i zımnîdirki tafsilat ve tasarrufatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvire, Zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, bâzan yine ilhama veya vahye istinad edip beyan eder.. veyahut kendi ferasetiyle beyan eder.. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasvirat, ya vazife-i Risalet noktasından ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder.. veyahut örf, âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre beşeriyeti noktasından beyan eder.

İşte, her Hadîste bütün tafsilâtına vahy-i mahz nazariyle bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, Risâletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı Hadiseler, mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir. O da kendi ferasetiyle ve teârüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bâzan tefsir lâzım geliyor, hattâ tâbir lâzım geliyor. Çünki, bazı hakikatler var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasıl ki, bir vakit Huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennemin dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür” Bir saat sonra cevap


Yükleniyor...