bulunmadığından veyahut gafletle kaybedildiğinden, o hakaik-i îmaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez.”
Diğer mühim bir mesele de: müteşabihat ve kinaiyât-ı Kur’âniye ve Hadîsiyenin zahir mânâlarının hakikata muhalif gibi görünmesinden, bazı münafıklar itiraz etmişler. Bu meseleye, her müşkilâtı halleden ve her suale cevap veren Risale-i Nur, gayet mukni’ ve kat’î cevaplar vermiştir. Yirmi Dördüncü söz Risalesinin İçüncü Dalında, müteşabihat-ı Kur’âniye ve Hadîsiyeye gelen evham ve şüphelere karşı “On ıki Asıl ve Esaslar” yazılmış. Herşeyden evvel, şüpheye düşenler o esaslı asılları dikkatle okusunlar
Kur’ân-ı Hakîm, ondört asırda bütün beşeriyeti
Âyetiyle muarazaya davet edip meydan okuduğu halde; ne dost, ne düşman hiç kimsenin, en küçük bir Sûrenin dahi mislini getirmekten âciz kalmalariyle ve “mukabele-i bil’hurûfu bırakıp, mukabele-i bis’suyûfa mecbur olmalariyle” kat’î sabit olan belâgatının muktezası olarak; akl-ı beşerin idrakinden âciz olduğu hakaikı, onların fehimlerine mürâat ederek teşbihat ve temsilât ile beyan etmiştir, tâ ki mümkinat âleminde onların misallerini görmekle akılları kabul etsin.
Meselâ: Hâlık-ı Zülcelâlin, koca kâinatı idare ve tedbirini Âyetiyle, bir padişahın tahtına oturmuş vaziyetiyle temsil ediyor. Çünkü akıl ve hayâl, mücerred olarak bunu kavrıyamaz. Ancak böyle bir temsil libasını, o me’lûfu olmadığı mânaya giydirmekle zihne ünsiyet ettirir.
Hem Kur’ân-ı Hakîm; nîmetiyet ciheti, maddesinden kıymettar olan eşyayı zikrederken, beşerin enzarını Mün’im-i Hakikiye celbederek aklın gözünü, mahall-i nüzul-ü rahmet olan semaya dikiyor. Meselâ:
Ayet-i Kerîmesi, demirin semadan inzalini haber veriyor. İşte münafıklar şu âyete de itiraz etmişler. “Demir yerden çıkıyor demeli idi” demişler. Risale-i Nur, müskitane cevabında: Kur’ân-ı Muciz-il-Beyan, demirdeki çok azîm ve ehemmiyetli nimet cihetini ihtar etmek için demiş. Çünki yalnız demirin zatını nazara vermiyor ki, desin. Belki, demirdeki nîmet-i azimeyi ve nev-i beşerin ne kadar muhtaç olduğunu ihtar içindir. Nîmet ciheti ise, yukarı ve mânen yüksek mertebelerdedir. Elbette nîmet, yukarıdan açağıyadır.. Ve muhtaç olan beşerin mertebesi, aşağıdadır. Elbette in’am, ihtiyacın mafevkindedir. Onun için nîmetin, rahmetten beşerin ihtiyacına imdad için gelmesinin hak tâbiri dir. değildir. İlâhir” diyor
Diğer mühim bir mesele de: müteşabihat ve kinaiyât-ı Kur’âniye ve Hadîsiyenin zahir mânâlarının hakikata muhalif gibi görünmesinden, bazı münafıklar itiraz etmişler. Bu meseleye, her müşkilâtı halleden ve her suale cevap veren Risale-i Nur, gayet mukni’ ve kat’î cevaplar vermiştir. Yirmi Dördüncü söz Risalesinin İçüncü Dalında, müteşabihat-ı Kur’âniye ve Hadîsiyeye gelen evham ve şüphelere karşı “On ıki Asıl ve Esaslar” yazılmış. Herşeyden evvel, şüpheye düşenler o esaslı asılları dikkatle okusunlar
Kur’ân-ı Hakîm, ondört asırda bütün beşeriyeti
Âyetiyle muarazaya davet edip meydan okuduğu halde; ne dost, ne düşman hiç kimsenin, en küçük bir Sûrenin dahi mislini getirmekten âciz kalmalariyle ve “mukabele-i bil’hurûfu bırakıp, mukabele-i bis’suyûfa mecbur olmalariyle” kat’î sabit olan belâgatının muktezası olarak; akl-ı beşerin idrakinden âciz olduğu hakaikı, onların fehimlerine mürâat ederek teşbihat ve temsilât ile beyan etmiştir, tâ ki mümkinat âleminde onların misallerini görmekle akılları kabul etsin.
Meselâ: Hâlık-ı Zülcelâlin, koca kâinatı idare ve tedbirini Âyetiyle, bir padişahın tahtına oturmuş vaziyetiyle temsil ediyor. Çünkü akıl ve hayâl, mücerred olarak bunu kavrıyamaz. Ancak böyle bir temsil libasını, o me’lûfu olmadığı mânaya giydirmekle zihne ünsiyet ettirir.
Hem Kur’ân-ı Hakîm; nîmetiyet ciheti, maddesinden kıymettar olan eşyayı zikrederken, beşerin enzarını Mün’im-i Hakikiye celbederek aklın gözünü, mahall-i nüzul-ü rahmet olan semaya dikiyor. Meselâ:
Ayet-i Kerîmesi, demirin semadan inzalini haber veriyor. İşte münafıklar şu âyete de itiraz etmişler. “Demir yerden çıkıyor demeli idi” demişler. Risale-i Nur, müskitane cevabında: Kur’ân-ı Muciz-il-Beyan, demirdeki çok azîm ve ehemmiyetli nimet cihetini ihtar etmek için demiş. Çünki yalnız demirin zatını nazara vermiyor ki, desin. Belki, demirdeki nîmet-i azimeyi ve nev-i beşerin ne kadar muhtaç olduğunu ihtar içindir. Nîmet ciheti ise, yukarı ve mânen yüksek mertebelerdedir. Elbette nîmet, yukarıdan açağıyadır.. Ve muhtaç olan beşerin mertebesi, aşağıdadır. Elbette in’am, ihtiyacın mafevkindedir. Onun için nîmetin, rahmetten beşerin ihtiyacına imdad için gelmesinin hak tâbiri dir. değildir. İlâhir” diyor
Yükleniyor...