Halbuki bu mesele felsefeden ve ecnebiden geldiği için, ehl-i imânâ çok zararları olabilir.. ve çok su-i istimalâta menşe’ olmakla beraber, içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından, ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesileyle hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyete zarar vermek ihtimali var...
Çünki, maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken, kendilerini ervah-ı tayyibe zannettirip, belki kendilerine bazı büyük Veliler namını verip, İslâmiyetin esssatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilir. Hakikatı tağyir edip, safdilleri aldatabilirler.
Meselâ nasıl ki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasıyla, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi namına eğer konuşsa ve dese: “Benim ziyam dünyayı istilâ ediyor. Benim hararetim herşeyi ısıtıyor. Ve Küre-i Arzdan bir milyon defadan daha büyüğüm dese, ne derece hilâf-ı hakikat olduğu anlaşılır. Aynen bu misal gibi; Bir peygamber, güneş gibi hakikî makamında iken;O ıspirtizmanın ve yahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa yüz derece muhalif olur. ıspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o manevî güneşin kudsî mahiyetine hiç bir cihetle kıyas olamaz. Çünki, esfel-i safilindeki bir cam parçası, ma’nen a’lây-ı illiyinde olan o manevî güneşin hakikatını yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da, hürmetsizlikten başka bir şey değildir.Ancak onun makamına karib olmak için, Celâleddin-i Süyutî ve bir kısım evliyalar gibi seyr û sülûk ile terakkî ederek o manevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur’un ispat ettiği gibi; Peygamberin velâyetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur.
Fakat Nübüvvet hakikatı, velâyetten ne derece yüksek ise; ıspirtizma vasıtasıyla ve yahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiç bir cihette hakikî Peygamberle muhabereye yetişemiyeceğinden, yeni ahkâm-ı şer’iyeye medar-ı ahkâm olamaz.
Evet, dinden gelmiyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervahta; hem hilâf-ı hakikat, hem hilâf-ı edep bir harekettir. Çünki a’lâ-i illiyyinde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilin hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek; tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Adeta bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki;
Çünki, maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken, kendilerini ervah-ı tayyibe zannettirip, belki kendilerine bazı büyük Veliler namını verip, İslâmiyetin esssatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilir. Hakikatı tağyir edip, safdilleri aldatabilirler.
Meselâ nasıl ki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasıyla, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi namına eğer konuşsa ve dese: “Benim ziyam dünyayı istilâ ediyor. Benim hararetim herşeyi ısıtıyor. Ve Küre-i Arzdan bir milyon defadan daha büyüğüm dese, ne derece hilâf-ı hakikat olduğu anlaşılır. Aynen bu misal gibi; Bir peygamber, güneş gibi hakikî makamında iken;O ıspirtizmanın ve yahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa yüz derece muhalif olur. ıspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o manevî güneşin kudsî mahiyetine hiç bir cihetle kıyas olamaz. Çünki, esfel-i safilindeki bir cam parçası, ma’nen a’lây-ı illiyinde olan o manevî güneşin hakikatını yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da, hürmetsizlikten başka bir şey değildir.Ancak onun makamına karib olmak için, Celâleddin-i Süyutî ve bir kısım evliyalar gibi seyr û sülûk ile terakkî ederek o manevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur’un ispat ettiği gibi; Peygamberin velâyetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur.
Fakat Nübüvvet hakikatı, velâyetten ne derece yüksek ise; ıspirtizma vasıtasıyla ve yahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiç bir cihette hakikî Peygamberle muhabereye yetişemiyeceğinden, yeni ahkâm-ı şer’iyeye medar-ı ahkâm olamaz.
Evet, dinden gelmiyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervahta; hem hilâf-ı hakikat, hem hilâf-ı edep bir harekettir. Çünki a’lâ-i illiyyinde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilin hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek; tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Adeta bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki;
Yükleniyor...