fikirlerini neşirde o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde;
Benim musibetli bu otuz senelik hayatımı ve yüzotuz kitabımı ve en mahrem Risalelerimi ve mektuplarımı hem Isparta hükümeti, hem Denizli mahkemesi, hem Ankara Ağırceza Mahkemesi, hem Diyanet Rivaseti, hem iki defa, belki üç defa mahkeme-i temyiz tam tahkik ettikleri ve onların ellerinde iki üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gavr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icabedecek bir tek maddeyi gösteremedikleri; Hem bu derece za’afiyetim ve mazlumiyetim ve mağlubiyetim ve bu kadar ağır şerait ile beraber ikiyüzbinden ziyade hakiki ve fedakâr şakirdlere, vatan ve millet ve asayiş menfaatında en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatlarımız masumiyetimizi ispat ettikleri halde, hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetlerle ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz?.. Elbette mahkeme-i kübray-i haşirde sizden sorulacak.
İkinci MUSiBET: Beni cezâlandırmak için gösterdikleri bir sebeb, benim tesettür ve irsiyet ve zikrullah ve taaddüd-ü zevcât hakkındaki Kur’ân’ın gayet sarih ayetlerine medeniyetin ettiği itirazlara karşı, onları susturacak tefsirimdir.
Yirmi sene evvel Eskişehir mahkemesine ve Ankara’ya mahkemeî temyize tashih lâyihası yazdığım ve aleyhimdeki Afyon mahkemesinin kararnamesinde yazdıkları bu gelen fıkrayı; Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey’etine bir ikaz, hem iki üç defa bizim beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinliyen mahkeme-i temyize “Elhüccet-üz Zehra” ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz.. Hem beni konuşturmıyan ve seksen hatasını ispat ettiğimiz garazkârane ittihamnameleriyle beni iki sene ağırceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm etmeye çalışan hey’ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum. İşte o fıkra şudur:
“Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî bir düstûr-u ilâhiye, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm etmek istiyen haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.” diye bağırıyorum, bu asrın sağır kulakları dahi işitsin.
Acaba bu zamanın bazı ilcaâının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebî kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmiyen ve
Benim musibetli bu otuz senelik hayatımı ve yüzotuz kitabımı ve en mahrem Risalelerimi ve mektuplarımı hem Isparta hükümeti, hem Denizli mahkemesi, hem Ankara Ağırceza Mahkemesi, hem Diyanet Rivaseti, hem iki defa, belki üç defa mahkeme-i temyiz tam tahkik ettikleri ve onların ellerinde iki üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gavr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icabedecek bir tek maddeyi gösteremedikleri; Hem bu derece za’afiyetim ve mazlumiyetim ve mağlubiyetim ve bu kadar ağır şerait ile beraber ikiyüzbinden ziyade hakiki ve fedakâr şakirdlere, vatan ve millet ve asayiş menfaatında en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatlarımız masumiyetimizi ispat ettikleri halde, hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetlerle ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz?.. Elbette mahkeme-i kübray-i haşirde sizden sorulacak.
İkinci MUSiBET: Beni cezâlandırmak için gösterdikleri bir sebeb, benim tesettür ve irsiyet ve zikrullah ve taaddüd-ü zevcât hakkındaki Kur’ân’ın gayet sarih ayetlerine medeniyetin ettiği itirazlara karşı, onları susturacak tefsirimdir.
Yirmi sene evvel Eskişehir mahkemesine ve Ankara’ya mahkemeî temyize tashih lâyihası yazdığım ve aleyhimdeki Afyon mahkemesinin kararnamesinde yazdıkları bu gelen fıkrayı; Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey’etine bir ikaz, hem iki üç defa bizim beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinliyen mahkeme-i temyize “Elhüccet-üz Zehra” ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz.. Hem beni konuşturmıyan ve seksen hatasını ispat ettiğimiz garazkârane ittihamnameleriyle beni iki sene ağırceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm etmeye çalışan hey’ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum. İşte o fıkra şudur:
“Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî bir düstûr-u ilâhiye, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm etmek istiyen haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.” diye bağırıyorum, bu asrın sağır kulakları dahi işitsin.
Acaba bu zamanın bazı ilcaâının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebî kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmiyen ve
Yükleniyor...