heyetine zerrece te’sir etmemişti. Nihayet ma’hud ve mültezem kararını verdi. Kararı ve gerekçesini gören akl-ı selim sahibi her hukukçu bilir ki; karar mültezemdir. Yani peşin olarak kararlaştırılmış, kanuna ve hakka dayanmıyan bir karardır.
(142) Afyon Hapsi mektupları siyah defter, s: 180.
Evet, Afyon mahkeme heyeti, kendi kanun adamı olan şahsiyetlerini Denizli’nin müstakim âdil hâkimleri gibi, hârici tesirlerden -evham ve korku yüzünden- kurtaramamıştı. Kim bilir belki de vicdanları sızlıya sızlıya, dinî akide ve inançları kıvrana kıvrana karar vermişler ve kâğıda yazmışlardır.
Evet, karar menfi idi. Karar, bir din ve imanın mücahid bir dahîsini, Kur’ân ve din adına yazdığı tavizsiz eserlerinin, hakikatlı ve dinin bazı öz mes’elelerinden dolayı mahkûm ediyordu. Kararın gerekçesinde hiç bir kanun adamına, hiç bir adalet mensubuna yakışmıyan ifadeler vardı. Bu karar -Belki de- vicdanını, adalet hissini, din ve iman akidesinin terazisini komünist ve mason güçlere peşkeş çeken bazı çevrelerin icbarla hazırlattırdıkları bir şey idi. Çünki:...
Halbuki kararın gerekçesinde yer alan tüm iddialar, mahkeme safahatı boyunca tek tek çürütülmüş idi. Kanunî hiç bir mesnedi kalmamıştı. Hülâsa: Afyon Ağırceza Mahkemesi’nin o kararı, eğer temyiz mahkemesi onu esastan bozup silmeseydi, tarih önünde müstakil olan adliyenin yüzünde en utanılacak rezil ve kara bir leke halinde kalmış olacaktı. Fakat temyiz mahkemesinin vicdanlı ve âdil hâkimleri onu adliyenin yüzünden sildi, temizledi.
Evet, adalet ve kanun namına kurulmuş bir mahkemenin verdiği kararına karşı -ne olursa olsun- saygı duymak icabeder. Lâkin az ilerde kararın gerekçelerinden bazı örnekler vereceğimiz tüyler ürpertici maddelerinden sizler de hayretle müşahede edeceksiniz ki; karar, bir kanun ve adalet mahkemesinin vereceği bir karardan çok, bir mültezemlik, bir önceden verilmiş talimatlarla planlanmışlığın tipik örneğidir. Bunun yanında karar aynı zamanda çok iftiralıdır da... o halde ona karşı saygı işi çok ötelerde kalır.
Her ne kadar Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, mahkemenin altmış sahifelik gerekçeli kararnamesine karşı Yüce mürşid şahsiyetinin icabı olarak teşekkür etmiş ve o kararın kırkbeş sahifelik bölümünü -Risale-i Nurdan alınan ve yanlış hatalı değerlendirilmelere tabi’tutulup, büyük taltifler yerine, suç saymalarını bir acib ibret nümunesi olduğundan; bir kitap halinde hemen teksir ettirerek neşrettirmiş ise de, bu onun alicenablığının, mürşidlik vasfının icabıdır. Amma bizlerin tarihi, büyük ve acib bir kanunsuzluk örneği ve iftirakâr bir zulmün nümunesi olan o kararın tenkidini yapmak hakkımız ve vazifemizdir sanırım.
(142) Afyon Hapsi mektupları siyah defter, s: 180.
Evet, Afyon mahkeme heyeti, kendi kanun adamı olan şahsiyetlerini Denizli’nin müstakim âdil hâkimleri gibi, hârici tesirlerden -evham ve korku yüzünden- kurtaramamıştı. Kim bilir belki de vicdanları sızlıya sızlıya, dinî akide ve inançları kıvrana kıvrana karar vermişler ve kâğıda yazmışlardır.
Evet, karar menfi idi. Karar, bir din ve imanın mücahid bir dahîsini, Kur’ân ve din adına yazdığı tavizsiz eserlerinin, hakikatlı ve dinin bazı öz mes’elelerinden dolayı mahkûm ediyordu. Kararın gerekçesinde hiç bir kanun adamına, hiç bir adalet mensubuna yakışmıyan ifadeler vardı. Bu karar -Belki de- vicdanını, adalet hissini, din ve iman akidesinin terazisini komünist ve mason güçlere peşkeş çeken bazı çevrelerin icbarla hazırlattırdıkları bir şey idi. Çünki:...
Halbuki kararın gerekçesinde yer alan tüm iddialar, mahkeme safahatı boyunca tek tek çürütülmüş idi. Kanunî hiç bir mesnedi kalmamıştı. Hülâsa: Afyon Ağırceza Mahkemesi’nin o kararı, eğer temyiz mahkemesi onu esastan bozup silmeseydi, tarih önünde müstakil olan adliyenin yüzünde en utanılacak rezil ve kara bir leke halinde kalmış olacaktı. Fakat temyiz mahkemesinin vicdanlı ve âdil hâkimleri onu adliyenin yüzünden sildi, temizledi.
Evet, adalet ve kanun namına kurulmuş bir mahkemenin verdiği kararına karşı -ne olursa olsun- saygı duymak icabeder. Lâkin az ilerde kararın gerekçelerinden bazı örnekler vereceğimiz tüyler ürpertici maddelerinden sizler de hayretle müşahede edeceksiniz ki; karar, bir kanun ve adalet mahkemesinin vereceği bir karardan çok, bir mültezemlik, bir önceden verilmiş talimatlarla planlanmışlığın tipik örneğidir. Bunun yanında karar aynı zamanda çok iftiralıdır da... o halde ona karşı saygı işi çok ötelerde kalır.
Her ne kadar Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, mahkemenin altmış sahifelik gerekçeli kararnamesine karşı Yüce mürşid şahsiyetinin icabı olarak teşekkür etmiş ve o kararın kırkbeş sahifelik bölümünü -Risale-i Nurdan alınan ve yanlış hatalı değerlendirilmelere tabi’tutulup, büyük taltifler yerine, suç saymalarını bir acib ibret nümunesi olduğundan; bir kitap halinde hemen teksir ettirerek neşrettirmiş ise de, bu onun alicenablığının, mürşidlik vasfının icabıdır. Amma bizlerin tarihi, büyük ve acib bir kanunsuzluk örneği ve iftirakâr bir zulmün nümunesi olan o kararın tenkidini yapmak hakkımız ve vazifemizdir sanırım.
Yükleniyor...