altı yedi ay kanunsuz şekilde yanında saklayıp Üstâd’a vermediği ehl-i vukuf raporuna dayandırarak hazırlamış ve Sorgu Hâkimliği de bu iddianamenin tıpa-tıpı olan kararnamesini yazmış ve mahkemeye vermiştir.
Mahkeme heyeti de -İzülerek söyliyelim- peşin ve mültezem kararlı idi ki; bunca müdafaalar, delilli ispatlar vesaireden hiç bir şeyi dinlemeden kararını menfi şekilde verdi. Mahkeme kararnamesi de, savcının ve sorgu hâkimliğinin iddianame ve kararnamelerinin bir kopyası şeklinde tezahür etti.
Fakat mahkeme, bu peşin kararlılığından dolayı, işi ne kadar sürüncemede bırakabilse ve iş ne kadar uzasa, onlar için o kadar kârdır gibi bir tutum içerisinde idi. Bir çok duruşmalar, âdî bazı bahaneler sebeb gösterilerek, mahkemenin te’hir üstüne te’hiri yapılıyordu. Bazen dışarda tutuksuz bulunanlardan birisinin mahkemede hazır bulunmaması te’hire sebeb gösteriliyordu.
Hazret-i Üstâd, mahkemenin böyle sebebsiz bahanelerle te’hir üstüne te’hir vermesi üzerine talebelerini teskin ve teselli ediyordu. Yine mahkemenin böyle bir te’cil ve geri atmasından dolayı, hapisteki talebelerine şu mektubu yazmıştı:
“
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: sırrıyla inşaallah mahkememizin te’hirinde ve tahliye olan kardeşlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarında büyük hayırlar var.
Evet, Risale-i Nurun meselesi âlem-i İslâm’da, hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunmasından, böyle heyecanlı toplanmalar ile umumun nazar-ı dikkatini hakikatlarına celbetmek lâzımdır ki; ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızlarının küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın hâricinde böyle şa’şaâ ile, Risale-i Nur kendi derslerinden dost ve düşmana âşikâren veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmiyerek gösteriyor. Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızın kenin gibi bir acı ilaç bilip, sabır ve şükür etmeliyiz. “Yahu bu da geçer!..” demeliyiz...”(142)
İşte bu şekilde devam eden Afyon Ağırceza mahkemesi; o kadar hüccetli ve bürhanlı ispatlar, onca müdellel ve müskit müdafaalar ve o kadar mazlumane feryadlar; vicdanları kıskıvrak bağlanmış gibi olan mahkeme
Mahkeme heyeti de -İzülerek söyliyelim- peşin ve mültezem kararlı idi ki; bunca müdafaalar, delilli ispatlar vesaireden hiç bir şeyi dinlemeden kararını menfi şekilde verdi. Mahkeme kararnamesi de, savcının ve sorgu hâkimliğinin iddianame ve kararnamelerinin bir kopyası şeklinde tezahür etti.
Fakat mahkeme, bu peşin kararlılığından dolayı, işi ne kadar sürüncemede bırakabilse ve iş ne kadar uzasa, onlar için o kadar kârdır gibi bir tutum içerisinde idi. Bir çok duruşmalar, âdî bazı bahaneler sebeb gösterilerek, mahkemenin te’hir üstüne te’hiri yapılıyordu. Bazen dışarda tutuksuz bulunanlardan birisinin mahkemede hazır bulunmaması te’hire sebeb gösteriliyordu.
Hazret-i Üstâd, mahkemenin böyle sebebsiz bahanelerle te’hir üstüne te’hir vermesi üzerine talebelerini teskin ve teselli ediyordu. Yine mahkemenin böyle bir te’cil ve geri atmasından dolayı, hapisteki talebelerine şu mektubu yazmıştı:
“
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: sırrıyla inşaallah mahkememizin te’hirinde ve tahliye olan kardeşlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarında büyük hayırlar var.
Evet, Risale-i Nurun meselesi âlem-i İslâm’da, hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunmasından, böyle heyecanlı toplanmalar ile umumun nazar-ı dikkatini hakikatlarına celbetmek lâzımdır ki; ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızlarının küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın hâricinde böyle şa’şaâ ile, Risale-i Nur kendi derslerinden dost ve düşmana âşikâren veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmiyerek gösteriyor. Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızın kenin gibi bir acı ilaç bilip, sabır ve şükür etmeliyiz. “Yahu bu da geçer!..” demeliyiz...”(142)
İşte bu şekilde devam eden Afyon Ağırceza mahkemesi; o kadar hüccetli ve bürhanlı ispatlar, onca müdellel ve müskit müdafaalar ve o kadar mazlumane feryadlar; vicdanları kıskıvrak bağlanmış gibi olan mahkeme
Yükleniyor...