Yalnız hem bu memleketi, hem Âlem-i İslâm’ı çok alâkadar eden ve maddî ve ma’nevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat ile müdafaamı men’ edecek hiç bir sebeb yok ve hiç bir kanun ve hiç bir siyaset yasak etmez ve edemez.”(130)
“Evet, biz bir cem’iyetiz.. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üçyüz elli milyon dâhil mensubları var.. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem’iyetin prensiblerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar kudsî proğramıyla birbirinin yardımına duâlarıyla ve ma’nevî kazançlarıyla koşuyorlar.
İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız.. ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın ımanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem’iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem’iyetle hiç bir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tetkikten sonra o cihetten bize beraet vermiş...”(131)
5-Kürtlük ve ırkçılık ittiham ve isnadlarına karşı:
Bu mevzudaki Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın ilmî cevab ve müdafaalarına geçmeden önce, küçük bir mukaddemeyi arzetmek isteriz. şöyle ki:
Hazret-i Üstâd hakkında şu kasdî, plânlı ve münafıkane olan Kürtlük ve ırkçılık isnad ve iftirası 1925 yıllarından itibaren başladı, hayatının son günlerine kadar da, belki hatta 1970’li, 1980’li yıllara kadar da devam etti. O Bediüzzaman ki; 1925 senesinden bu yana bir soyadı manasında “Nursî” lâkabını aldığı ve Osmanlı devleti döneminde kullanmakta olduğu “Kürdî” unvanını o tarihten bu yana tek bir defa kullanmadığı halde, hem Eskişehir mahkemesi, hem Denizli savcısı ve sorgu hâkimi ve hem de şu üzerinde olduğumuz Afyon mahkemesi savcısı ve bazı hâkimleri her zaman ve her defasında Hazret-i Üstâd’ın ismi geçtiğinde, “Said-i Kürdî” diye yazdılar ve kullandılar. Bunu yazarken, sadece normal bir isim olarak yazmakla ve kullanmakla kalmadılar. Aynı zamanda Bediüzzaman gibi bir dâhi-i a’zam, bir mürşid-i ekber ve şaşmaz, yanılmaz müstakim bir muallim-i dîn olan şahsiyetine; basit, bayağı küçük ve hiçbir zaman ve devirde onun yüce damenine erişmeyen ve ona bu mananın hiçbir zaman
“Evet, biz bir cem’iyetiz.. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üçyüz elli milyon dâhil mensubları var.. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem’iyetin prensiblerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar kudsî proğramıyla birbirinin yardımına duâlarıyla ve ma’nevî kazançlarıyla koşuyorlar.
İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız.. ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın ımanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem’iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem’iyetle hiç bir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tetkikten sonra o cihetten bize beraet vermiş...”(131)
5-Kürtlük ve ırkçılık ittiham ve isnadlarına karşı:
Bu mevzudaki Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın ilmî cevab ve müdafaalarına geçmeden önce, küçük bir mukaddemeyi arzetmek isteriz. şöyle ki:
Hazret-i Üstâd hakkında şu kasdî, plânlı ve münafıkane olan Kürtlük ve ırkçılık isnad ve iftirası 1925 yıllarından itibaren başladı, hayatının son günlerine kadar da, belki hatta 1970’li, 1980’li yıllara kadar da devam etti. O Bediüzzaman ki; 1925 senesinden bu yana bir soyadı manasında “Nursî” lâkabını aldığı ve Osmanlı devleti döneminde kullanmakta olduğu “Kürdî” unvanını o tarihten bu yana tek bir defa kullanmadığı halde, hem Eskişehir mahkemesi, hem Denizli savcısı ve sorgu hâkimi ve hem de şu üzerinde olduğumuz Afyon mahkemesi savcısı ve bazı hâkimleri her zaman ve her defasında Hazret-i Üstâd’ın ismi geçtiğinde, “Said-i Kürdî” diye yazdılar ve kullandılar. Bunu yazarken, sadece normal bir isim olarak yazmakla ve kullanmakla kalmadılar. Aynı zamanda Bediüzzaman gibi bir dâhi-i a’zam, bir mürşid-i ekber ve şaşmaz, yanılmaz müstakim bir muallim-i dîn olan şahsiyetine; basit, bayağı küçük ve hiçbir zaman ve devirde onun yüce damenine erişmeyen ve ona bu mananın hiçbir zaman
Yükleniyor...