resmiyete koymamayı ve bizi onunla muaheze etmekle daha ziyada teşhirine yol açmamayı vatan ve millet ve asayiş ve idare hesabına ihtar etmeye vicdanım beni mecbur eyledi... “
Bir başka parçadan: (Aynı zamanda şapka mes’elesi)
“...Bundan kırk sene evvel ve Hürriyet’ten bir sene evvel, istanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı İslâm ulemasından dinî ba’zı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri
(120) Afyon mahkemesi müdafaatı, s:4.
(121) Afyon Mahkemesi Müdaafaatı, s: 6.
o münasebetle sordular. Ezcümle: “Bir hadiste Ahirzaman’da dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında “Hâza Kafirün” yazılmış bulunur.” diye hadis var,” deyip benden sordular?
Dedim: Bir acib şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapka giyer ve giydirir...
Bu cevabımdan sonra, bunu sordular: “Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”
Dedim: şapka başa gelecek, “Secdeye gitme! diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman edecek.
Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek. onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?”
Ben de cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var, çok israflı adama “Eli deliktir” deniliyor. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi olur. İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptelâ olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak...
Sonra birisi sorduki: “O öldüğü zaman, İstanbul’da Dikilitaş’ta şeytan bağıracak ki, falan öldü?”
O vakit ben dedim: Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim... Eski cevabım tam değilmiş bildim. On sene sonra, Darül-Hikmet’te iken “şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek” dedim.
Sonra, Sedd-i Zülkarneyn, Ye’cûc-Me’cûc ve Dabbet-ül Arz ve Nüzûl-ü ısa hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hatta eski Risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.
Bir zaman sonra, Mustafa Kemal iki defa şifre ile, Van vilâyetinin eski vâlisi ve benim dostum Tâhsin Bey vasıtasıyla beni, -neşredilen Hutuvat-ı Sitte’ye mükâfaten taltif için- Ankara’ya celbetti. Gittim, şeyh Sinûsî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerinde üçyüz lira (122) maaşla Vilâyat-ı şarkiye vaiz-i umumisi, hem meb’us, hem Diyanet Riyaseti dairesinde
Bir başka parçadan: (Aynı zamanda şapka mes’elesi)
“...Bundan kırk sene evvel ve Hürriyet’ten bir sene evvel, istanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı İslâm ulemasından dinî ba’zı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri
(120) Afyon mahkemesi müdafaatı, s:4.
(121) Afyon Mahkemesi Müdaafaatı, s: 6.
o münasebetle sordular. Ezcümle: “Bir hadiste Ahirzaman’da dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında “Hâza Kafirün” yazılmış bulunur.” diye hadis var,” deyip benden sordular?
Dedim: Bir acib şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapka giyer ve giydirir...
Bu cevabımdan sonra, bunu sordular: “Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”
Dedim: şapka başa gelecek, “Secdeye gitme! diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman edecek.
Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek. onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?”
Ben de cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var, çok israflı adama “Eli deliktir” deniliyor. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi olur. İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptelâ olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak...
Sonra birisi sorduki: “O öldüğü zaman, İstanbul’da Dikilitaş’ta şeytan bağıracak ki, falan öldü?”
O vakit ben dedim: Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim... Eski cevabım tam değilmiş bildim. On sene sonra, Darül-Hikmet’te iken “şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek” dedim.
Sonra, Sedd-i Zülkarneyn, Ye’cûc-Me’cûc ve Dabbet-ül Arz ve Nüzûl-ü ısa hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hatta eski Risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.
Bir zaman sonra, Mustafa Kemal iki defa şifre ile, Van vilâyetinin eski vâlisi ve benim dostum Tâhsin Bey vasıtasıyla beni, -neşredilen Hutuvat-ı Sitte’ye mükâfaten taltif için- Ankara’ya celbetti. Gittim, şeyh Sinûsî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerinde üçyüz lira (122) maaşla Vilâyat-ı şarkiye vaiz-i umumisi, hem meb’us, hem Diyanet Riyaseti dairesinde
Yükleniyor...