öyle mağlub edilmez, karşı gelinmez, cerhedilmez manevî bir silâhları Ve Kur’ân tezgâhından gelen öyle kuvvetli delinmez, yıpranmaz hüccet ve bürhan Nurları vardır ki; dünyanın bütün dinsizleri, şeytanları toplansa ve karşılarına dikilse, yine ilim meydanında ve hakikat noktasında onları mağlub edecek güçtedir.

Hem bu mazlum, fakat mücahid fedakâr müminlerin başlarında, öyle kudsî, nuranî, eşsiz bir dehayı taşıyan bir üstadları, bir rehberleri ve bir kumandanları vardır ki; şaşmaz, yanılmaz, yanıltmaz ilahî mevhibeli bir zekaya ve manevî ve melekûtî bir dehaya sahip ve mâliktir.

Evet, Afyon hadisesi ve mahkemesi işte bu kabil iki davanın ve mümessillerinin davası ve hadisesidir. Onun içindir ki; Türkiye’de dinsizlik mekanizmasını çeviren ve milleti bolşevikliğe doğru götürmeye çalışan ve hazırlık içinde olan, hatta bilfiil yer yer teşebbüse geçmiş bulunan tüm fesat odakları bu hadiseye yüklendiler ve Afyon hapsi içine alınan ve elleri kolları bağlattırılarak zindanlara atılan bu mazlum mücahid mü’minlerin, bilhassa Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin mahkemeden mahkumiyetlerini sağlamaya yöneldiler. Öyle görünüyor ki, yukarda da zikri geçen birçok emarelerin de delâletiyle, Üstâd Bediüzzaman’ın Afyon hapsi ve mahkemesinden mahkumiyet kararı çok önceden planlamış ve gizli talimatlar doğrultusunda yürütülmüş bir hadisedir. Hapiste, kanun ve usullere apaçık mugayir olarak, Hazret-i Bediüzzaman’a uygulanan gayr-i insanî ve keyfi muameleler, savcının tavır ve hareketleri ve mahkemenin bilâhare kararının gerekçesinde kaydettiği ifadeler bu meseleyi ve gerçeği doğruladığı gibi; o sıra Afyon hapishane müdürlüğünü yapmış Mehmet Kayhan’ın ifade ve hatırası da, meseleyi te’kid etmektedir. Bu münasebetle müdür Mehmet Kayhan’ın ifadesini buraya yeniden almak istiyoruz (Yâni bu hususa temas eden kısmını)

“...Ben daha önceleri Uşak’ta Savcılık baş kâtibi idim. Daha sonra müracaat ederek Çorum Cezaevi müdürlüğüne tayinimi çıkarttım. Sonra Balıkesir ve 1947 senesinde Afyon’a tayin edildim. Bu yıllarda Emirdağı’nda oturan Bediüzzaman Said-i Nursi isminde bir vatandaşımız vardı. Bu adamın din propagandası yaptığı hükûmetçe tesbit edildiği için, polis memuru Uşaklı Sabri Banazlı’yı ve diğer arkadaşlarını sivil elbiselerle Emirdağı’na göndermişlerdi. Bir gün Polis Sabri Banazlı Cezaevine yanıma gelerek bana: “Yâkında sana Bediüzzaman isminde birisini getireceğiz “ diye haber verdi. Bir müddet sonra da Said-i Nursi’yi hapishaneye getirdiler...”(98)

İşte o sıra Afyon Cezaevi müdürünün şu enteresan ifadesi ve şâhitliği, iddiamızı te’yid ettiği ölçüde, Bediüzzaman’ın mahkûmiyetinin peşinen plânlı olduğu da kesin anlaşılmaktadır. Hatta az ilerde müdafaalar safhasında, Savcının kasd-ı mahsusla, usul dairesinde temyiz edilen mahkûmiyet kararının dosyasını ve temyiz lâyihalarını kanunsuz şekilde, üç ayı geçkin uzun bir zaman beklettirip, temyize göndertmediği de bu hususta ayrı bir delil teşkil etmektedir.


Yükleniyor...