Ben zannederim ki; “Hüve Nüktesi” gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış. Onların istinadgâhı olan tabiat tâğutunu, kesif toprakta bir derece saklanabilirken, şeffaf havada, Hüve nüktesinden sonra hiçbir cihetle o tağutu saklamak imkânı kalmamış ki; küfr-ü inadî ve temerrüd-i irtidadî sebebiyle adliyeyi aldatıp aleyhimize sevkediyorlar. İnşaallah Nurlar adliyeleri lehine(94) çevirip bu hücumunu dahi akim bırakacaktır...”(95)
İşte Hazret-i Üstâd’ın üçüncü Said mevzuundaki ifade ve beyanları böyle... şimdi gelelim istifhamlarımızın netice ve cevablarına:
Az üstte bir nebze temas edilen ve Üstâd’ın mektuplarında da görüldüğü üzere, bu hususta kanaatımızın neticesi şöyledir:
Maddî ve mücbir sebeblerden neş’et eden ve fakat bilâhare kader hikmeti nokta-i nazarından maslahatlı o haletin Üstâd’da başlaması ile; mektuplarında talebelerine bıraktığı veya bırakmak istediği büyük vazifeler, müdafaa işleri ve kendisinden istenilen tedbir mes’eleleri; bir müddet sonra hapiste Nur’un rükünleri arasında başlıyan nazlanma ve küskünlük ve tenkid hallerinden sonra da: Hazret-i Üstâd’da zuhur eden o haletin, onun ruh âleminde ve kalb dünyasında manevi olarak devam etmiş ve onun eserlerini de göstermiş olmakla beraber: maddi
(94) Burada gizli bir imay-ı gaybi vardır ki; Hazret-i Üstâd. sadece içinde bulunduğu Afyon mahkeme ve adliyesini nazara vermek değ’il, belki “Adliyeler” tabirini kullanmasıyla; ilerde vatan sathındaki bütün adliyelerin hakikatı anlıyacaklarını ve nurları koruyacaklarını bildirmektedir. Nitekim Allah’a şükür hem o hadisede temyiz mahkemesinin merdâne ve hakperestâne kararı, hem ondan sonra devam eden otuz sene zarfında bin kadar adliyelerin müsbet kararları. Üstâd’ın bu gaybî işaretini te’yid etmiştir. A.
(95) Siyah defter, s: 337.
tedbirler, meşveretler vesaire işler ve hususlarda kendisine olan ihtiyacın zail olmayıp, tam aksine vacib ve zarurî şekilde devam ettiğine kanaat getirmiş, hadisat da onu te’yid etmiştir. Hapishanede, önceleri vermiş olduğu büyük ve küllî selâhiyetlerde bir kısım talebelerin henüz o yükü ve o büyük idare ve tedbir işlerini yüklenecek duruma gelmediklerini ve o kabiliyete henüz erişmediklerini anlamış, yine vazifelerinin başında kalmayı zarurî görmüştür.
Nitekim 1950 yılında bu hususlara ait yazdığı çok mühim bir mektubunda kendisinin vazifesinin bitmediğini açıkça yazmıştır. şöyle diyor:
“...şimdi seksen yaşına girdiğim halde, gayet derecede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hatta vesvese derecesinde tehlikelerden çekinmek haleti,acib bir tezad göründüğünden; elbette o gençlik hayatını pervasızca feda etmek, bir iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatını bu derece muhafaza etmek büyük hikmet içindir ve iki üç kudsî maksad içinde vardır:
İşte Hazret-i Üstâd’ın üçüncü Said mevzuundaki ifade ve beyanları böyle... şimdi gelelim istifhamlarımızın netice ve cevablarına:
Az üstte bir nebze temas edilen ve Üstâd’ın mektuplarında da görüldüğü üzere, bu hususta kanaatımızın neticesi şöyledir:
Maddî ve mücbir sebeblerden neş’et eden ve fakat bilâhare kader hikmeti nokta-i nazarından maslahatlı o haletin Üstâd’da başlaması ile; mektuplarında talebelerine bıraktığı veya bırakmak istediği büyük vazifeler, müdafaa işleri ve kendisinden istenilen tedbir mes’eleleri; bir müddet sonra hapiste Nur’un rükünleri arasında başlıyan nazlanma ve küskünlük ve tenkid hallerinden sonra da: Hazret-i Üstâd’da zuhur eden o haletin, onun ruh âleminde ve kalb dünyasında manevi olarak devam etmiş ve onun eserlerini de göstermiş olmakla beraber: maddi
(94) Burada gizli bir imay-ı gaybi vardır ki; Hazret-i Üstâd. sadece içinde bulunduğu Afyon mahkeme ve adliyesini nazara vermek değ’il, belki “Adliyeler” tabirini kullanmasıyla; ilerde vatan sathındaki bütün adliyelerin hakikatı anlıyacaklarını ve nurları koruyacaklarını bildirmektedir. Nitekim Allah’a şükür hem o hadisede temyiz mahkemesinin merdâne ve hakperestâne kararı, hem ondan sonra devam eden otuz sene zarfında bin kadar adliyelerin müsbet kararları. Üstâd’ın bu gaybî işaretini te’yid etmiştir. A.
(95) Siyah defter, s: 337.
tedbirler, meşveretler vesaire işler ve hususlarda kendisine olan ihtiyacın zail olmayıp, tam aksine vacib ve zarurî şekilde devam ettiğine kanaat getirmiş, hadisat da onu te’yid etmiştir. Hapishanede, önceleri vermiş olduğu büyük ve küllî selâhiyetlerde bir kısım talebelerin henüz o yükü ve o büyük idare ve tedbir işlerini yüklenecek duruma gelmediklerini ve o kabiliyete henüz erişmediklerini anlamış, yine vazifelerinin başında kalmayı zarurî görmüştür.
Nitekim 1950 yılında bu hususlara ait yazdığı çok mühim bir mektubunda kendisinin vazifesinin bitmediğini açıkça yazmıştır. şöyle diyor:
“...şimdi seksen yaşına girdiğim halde, gayet derecede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hatta vesvese derecesinde tehlikelerden çekinmek haleti,acib bir tezad göründüğünden; elbette o gençlik hayatını pervasızca feda etmek, bir iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatını bu derece muhafaza etmek büyük hikmet içindir ve iki üç kudsî maksad içinde vardır:
Yükleniyor...