Hayat’ta o şekil kaydedilmesi elbetteki şayan-ı dikkattir. Ayrıca Üstâd’ın 1950’den sonra, bir iki hizmetçisini, -hayatının o güne kadarki âdetine muhalif olarak- kendi oturduğu evinde yatıp kalkmalarına izin vermesini de mezkûr yoruma ek bir delil sayılmıştır.

Lâkin Hazret-i Üstâd’ın o güzide hâs talebe ve hizmetkârlarının “İçüncü Said” merhalesinin maddî tezahürlerini o şekilde yoruma tabi’ tutmalarına son derece hürmet etmekle beraber; Üstâd’ın şu üçüncü Said şahsiyyeti hususundaki açık ifadeleriyle, o yorumlar arasında tam müntenasib bir ilişki zahirde görünmediğine binaen; ve bu mevzuda müdekkik bazı gençlerin suallerine bazen muhatap olduğumuz için, bazı tetkik ve araştırmalara girme hususunda bizi mecbur eylemiş ve şöyle birkaç istifhamlı sual ile karşı karşıya bırakmıştır:

1- Acaba Afyon hapsinde, evvelâ maddî ve mücbir sebeblerden başlayıp, yine Afyon hapsinde manevî yönde kemalini bulan İçüncü Said merhalesinin tezahürü gibi ve Üstâd’ın haber verdiği şekildeki halet-i ruhiye, hep devam etmiş midir? Hapisteki talebelerin birbirlerine karşı nazlanma hadisesinden sonra ve hadisenin yatışmasını takip eden günlerde ve hapisten tahliyelerinden sonra ve daha sonraları da devam etmiş midir?

2- İçüncü Said halet-i ruhiyesi, tam bir târik-i dünya ve büsbütün ahiret ehli olmakla birlikte, Allah’ın lütuf ve inayetiyle -az da olsa- bir derece hakikatları dinliyecek ehl-i siyasetten bazı hamiyetli zatların meydana çıkmasıyla; onlara mühim bazı irşad ve ikazların tebliğ edilmesinde, o halet-i ruhiye mani midir? Hem bunda Eski Said, Yeni Said veya İçüncü Said için bir engel teşkil eder mi?

3- Afyon hapsinin ve mahkemesinin başlangıcında mahkemeye sunduğu istid’alarında: “O vazifeleri yapamadığım için kusurlarım var” şeklinde nitelediği vazife ve meselelerin ifası için, zaman ve zeminin bir nebze hazırlanmasıyla, bazı girişimlerde bulunmasının, büsbütün bir ahiret ehli ve târik-i dünya olsa bile -hangi Said merhalesi olursa olsun- vazifeleri çerçevesinde değil midir?

4- Üstâd’ın sıddık talebelerinin o halisane yorum ve ifadelerinden nem kapan ve hududsuz bir siyasetin kapısının tamamen açıldığını sanan bazı kimselerin, yorum üstüne yorumlarının ve bize göre mes’elenin hakikatını tamamen hudut ve çizgisinden aşırıp çıkaranların ve işi tamamen bir particilik ve siyasî bir pozisyona götürenlerin fiillerinin bir münasib manası ve değeri, Üstâd’ın o irşadkâr ikazlarıyla bir bağlantısı var mıdır?

5- İşin hakikatı ise, 1946 yılında, Emirdağı’nda Hazret-i Üstâd’da mukaddemeleri başlıyan, yeni ve küllî ve muazzam bir terakkî merhalesinin yükseliş belirtilerini gösteren ve hava unsuruyla Nur unsurunun lâtif, nuranî

 /  
2249
Yükleniyor...