Biz iki kişi idik. (Avukat olarak) Diğer arkadaş Halil Hilmi Bozcalı idi. Bu arkadaş, Afyon’un en ünlü avukatlarındandı. O “keserim” diyen adam, sözünü yine tekrarladı.
Evvelâ: “Onu müdafaa eden avukatları asmalı!” dedi.
Biz bir iki cevab verdikten sonra, kendisine neden bu mesele üzerinde durduğunu söyledik.
Efendim. “Sen de mi mürteci’sin?” Ne mürteci’i? ne irtica’ı? dedim.
“Görmedin mi bayramda?... Hem bu sene Arapça serbest bırakıldı diye iyice azıttılar. Nasıl da içten-içe tekbir alıyorlardı. Ramazan bayramında görmedin mi, içten tekbir almalarını?... Yoksa sen içinde yokmuydun?.. “ dedi.
Evet, ben de vardım, dedim. İşte bu irtica’ yoludur dedi.
(22) Evet, Amma gerçek Cumhuriyet manasına... ki hakikat olarak bir Müslüman halkın Müslümanca yaşamasının bir düşünce hâkimiyetidir. A.
Sabrım taşmıştı: “Yok!.. Din yolunda, dinin senede iki defa gelen bayramında müsaade edilmiş tekbirleri, özellikle içten gelen tekbir almayı siz irtica’ mı sayıyorsunuz? Eğer bu bir irtica ise. ben mürtecilerin de mürtecisiyim. şimdi sen beni tehdit ediyorsun, ben vazife almışım.. Biz canilerin vekâletini de alıyoruz. Hepimiz aynı durumdayız. Bu davanın manevi tarafı da var. şimdi ben doğrudan doğruya vazifemi ifa ediyorum. Tâ emr-i hak vaki’ olur, müdafaaya giremem. Yahut da bu davayı mümkin olduğu kadarıyla müdafaa edeceğim. Ondan sonra isterseniz beni asın, ipi kendim boğazıma takarım... Var mı bir başka diyeceğin?.. deyip kapıyı çarptım, dışarı çıktım. Hamdolsun hiç kimse bir şey diyemedi.
Mahkemeden sonra (Yani mahkemenin neticelenmesinden sonra) onlara şunu dedim:
“Nasıl. nasıl?.. İşte böyle olur mahkeme. Dinî cemiyet kurmak cemiyyet rejimine muhalefet, derken netice ne oldu?.. Bunların ne gizli bir teşkilâtları var, ne de toplantı ve kararları... Bunların Allah’ın yolunda yürüyenleri irşad etmek arzusuna matuf hareketlerde bulunmaktan başka bir gayeleri yoktur.
Harareti kırk dereceye çıkmıştı
Zaman zaman hapishaneye gider, Üstâd’ı ziyarette bulunurdum. Bir seferki ziyaretimde harareti kırk dereceye çıkmıştı. Böylesi bir halde bile yine te’lif, tashih işiyle meşguldü. Talebeleri yanında idi. Zaten Üstâd çok hastalık çekmişti...
Bediüzzaman Hazretlerine bir defasında bir hediye götürdüğümde, bana şunları söylemişti:
Evvelâ: “Onu müdafaa eden avukatları asmalı!” dedi.
Biz bir iki cevab verdikten sonra, kendisine neden bu mesele üzerinde durduğunu söyledik.
Efendim. “Sen de mi mürteci’sin?” Ne mürteci’i? ne irtica’ı? dedim.
“Görmedin mi bayramda?... Hem bu sene Arapça serbest bırakıldı diye iyice azıttılar. Nasıl da içten-içe tekbir alıyorlardı. Ramazan bayramında görmedin mi, içten tekbir almalarını?... Yoksa sen içinde yokmuydun?.. “ dedi.
Evet, ben de vardım, dedim. İşte bu irtica’ yoludur dedi.
(22) Evet, Amma gerçek Cumhuriyet manasına... ki hakikat olarak bir Müslüman halkın Müslümanca yaşamasının bir düşünce hâkimiyetidir. A.
Sabrım taşmıştı: “Yok!.. Din yolunda, dinin senede iki defa gelen bayramında müsaade edilmiş tekbirleri, özellikle içten gelen tekbir almayı siz irtica’ mı sayıyorsunuz? Eğer bu bir irtica ise. ben mürtecilerin de mürtecisiyim. şimdi sen beni tehdit ediyorsun, ben vazife almışım.. Biz canilerin vekâletini de alıyoruz. Hepimiz aynı durumdayız. Bu davanın manevi tarafı da var. şimdi ben doğrudan doğruya vazifemi ifa ediyorum. Tâ emr-i hak vaki’ olur, müdafaaya giremem. Yahut da bu davayı mümkin olduğu kadarıyla müdafaa edeceğim. Ondan sonra isterseniz beni asın, ipi kendim boğazıma takarım... Var mı bir başka diyeceğin?.. deyip kapıyı çarptım, dışarı çıktım. Hamdolsun hiç kimse bir şey diyemedi.
Mahkemeden sonra (Yani mahkemenin neticelenmesinden sonra) onlara şunu dedim:
“Nasıl. nasıl?.. İşte böyle olur mahkeme. Dinî cemiyet kurmak cemiyyet rejimine muhalefet, derken netice ne oldu?.. Bunların ne gizli bir teşkilâtları var, ne de toplantı ve kararları... Bunların Allah’ın yolunda yürüyenleri irşad etmek arzusuna matuf hareketlerde bulunmaktan başka bir gayeleri yoktur.
Harareti kırk dereceye çıkmıştı
Zaman zaman hapishaneye gider, Üstâd’ı ziyarette bulunurdum. Bir seferki ziyaretimde harareti kırk dereceye çıkmıştı. Böylesi bir halde bile yine te’lif, tashih işiyle meşguldü. Talebeleri yanında idi. Zaten Üstâd çok hastalık çekmişti...
Bediüzzaman Hazretlerine bir defasında bir hediye götürdüğümde, bana şunları söylemişti:
Yükleniyor...