“...Hazret-i Üstâd’ı ilk ziyaretimden beş ay sonra Afyon hadisesi vukuâ geldi. Hadisede bizim evimiz de arandı. Ve Safranbolu kazasına sevkedildim. O zaman muallimliğimin üçüncü senesi idi. Savcı bana sordu:
“Said-i Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?”
Henüz on sekiz yaşını yeni doldurmuştum. O zaman Savcının sualine şöyle cevab verdim:
- Kemalât-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsında biliyorum...
Aynı sözü bir sene sonra, Afyon sorgu hâkimine de söylemiştim. Hâkim ifademi alırken, Hazret-i Üstâd’ın aziz şahsına çok acı hakaret ediyor, galiz tabirler kullanıyordu(16) dayanamadım:
“... Yeni çıkan kanunlarla cabbar ve zalimlerin evvelce sevg’ili Üstâd’ımızı ve Risale-i Nuru imha için, çok lastikli ve dindarlara bir köstek olan 163. maddeye ek olarak “Said-i Kürdî’nin faaliyetine mani olmak için” kaydıyla mecliste alenen ilân edilip, kanun maddesine geçirilen fıkraya mukabil:
“Hürriyet-i fikir ve kelâm ile, müellifin kanaatlarına hürmet ve onu siyanet” fıkrası D.P’lilerce bilahere 1950 den sonra kanun altına alınıp ve kat’ileşmek üzere oluşu..” İnebolu’lu İbrahim (Bak. Afyon hapsinden kurtuluşundan sonra, mektuplar defteri S: 18).
(15) Afyon hapsi-mektupları defteri-2, Zübeyr, s: 109.
(16) Afyon sorgu hâkiminin bir kitap kadar uzun safsatalı kararnamesi de gösterir ki, bu gibi adamlar komünist, sivonist odaklarına vicdanları satılmış kişilerdir. Zira muhakeme safahatı boyunca mültezemlik ve peşin kararlılıktan gelen tüm muameleleri bunu öyle gösteriyordu. A.
(*) Bu baş vekil, şemseddin Günaltay olabilir.. Ki 16.1949 da kabinesini kurmuştur. A.
- Haşa!.. Bediüzzaman kemâlat-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsındadır... ve bir ara yine hâkimin garazkârane, Üstâd’ın şahsına karşı hakaret-amiz itale-i lisanda bulunması üzerine:
- O, baştan başa bir nurdur!...” diye haykırmıştım.
Hâkim çok kızdı, hatta ne yapacağını şaşırdı, hiddetinden var kuvvetivle bağırdı ve haykırdı: “Çık!...” diye.
Beni dışarı çıkardılar. Nezarete koydular. Kısa bir müddet sonra, hâkim yine beni çağırdı, ifademi almaya başladı ve ben ne dedimse, kâtibe onu yazdırdı... ve tevkif edildim.
...Afyon hapsi bizim için hapis değildi. Sanki cennet bahçelerinden bir köşe... Edebiyat yapmak için söylemiyorum bunları... Cidden büyük bir bahtiyarlık içindeydik. Çünki Hazret-i Üstâd’la aynı çatı altında bulunuyor, hiç olmazsa, haftada kaçamaklı da olsa bir ziyaret ediyorduk.
Onun koğuşu, kapı altının üstünde, altmış kişilik büyük bir koğuştu. Lâkin kendisi orada tek başına kalıyordu, yani orada tecrid içinde bırakmışlardı. Yan taraftaki odada berber vardı. Salı günü “Traşa çıkıyoruz” diye kapı altında nöbetçi gardiyandan izin alır, yukarı çıkardık. Beri tarafa dönerek Üstâd’ımızı ziyaret ederdik. Üstâd’ımızın iltifatları ruhumuza gıda olur, ölüm de gelse pervasız ona koşarız gibi, metanet elde ederdik.
Benim Üstâd’ın yanında ve hizmetinde kalışım, Üstâd’ımızın hapsinin ikinci senesine rastlar. Çünki Afyon mahkemesi, (Üstâd’ın ilk mevkufiyet tarihi hesabıyla) onbuçuk ay mevkufiyetinden sonra karar vermiş ve Üstâd’ımıza yirmi ay, Ahmed Feyzi’ye on sekiz ay diğerlerine altışar ay ceza vermişti.
“Said-i Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?”
Henüz on sekiz yaşını yeni doldurmuştum. O zaman Savcının sualine şöyle cevab verdim:
- Kemalât-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsında biliyorum...
Aynı sözü bir sene sonra, Afyon sorgu hâkimine de söylemiştim. Hâkim ifademi alırken, Hazret-i Üstâd’ın aziz şahsına çok acı hakaret ediyor, galiz tabirler kullanıyordu(16) dayanamadım:
“... Yeni çıkan kanunlarla cabbar ve zalimlerin evvelce sevg’ili Üstâd’ımızı ve Risale-i Nuru imha için, çok lastikli ve dindarlara bir köstek olan 163. maddeye ek olarak “Said-i Kürdî’nin faaliyetine mani olmak için” kaydıyla mecliste alenen ilân edilip, kanun maddesine geçirilen fıkraya mukabil:
“Hürriyet-i fikir ve kelâm ile, müellifin kanaatlarına hürmet ve onu siyanet” fıkrası D.P’lilerce bilahere 1950 den sonra kanun altına alınıp ve kat’ileşmek üzere oluşu..” İnebolu’lu İbrahim (Bak. Afyon hapsinden kurtuluşundan sonra, mektuplar defteri S: 18).
(15) Afyon hapsi-mektupları defteri-2, Zübeyr, s: 109.
(16) Afyon sorgu hâkiminin bir kitap kadar uzun safsatalı kararnamesi de gösterir ki, bu gibi adamlar komünist, sivonist odaklarına vicdanları satılmış kişilerdir. Zira muhakeme safahatı boyunca mültezemlik ve peşin kararlılıktan gelen tüm muameleleri bunu öyle gösteriyordu. A.
(*) Bu baş vekil, şemseddin Günaltay olabilir.. Ki 16.1949 da kabinesini kurmuştur. A.
- Haşa!.. Bediüzzaman kemâlat-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsındadır... ve bir ara yine hâkimin garazkârane, Üstâd’ın şahsına karşı hakaret-amiz itale-i lisanda bulunması üzerine:
- O, baştan başa bir nurdur!...” diye haykırmıştım.
Hâkim çok kızdı, hatta ne yapacağını şaşırdı, hiddetinden var kuvvetivle bağırdı ve haykırdı: “Çık!...” diye.
Beni dışarı çıkardılar. Nezarete koydular. Kısa bir müddet sonra, hâkim yine beni çağırdı, ifademi almaya başladı ve ben ne dedimse, kâtibe onu yazdırdı... ve tevkif edildim.
...Afyon hapsi bizim için hapis değildi. Sanki cennet bahçelerinden bir köşe... Edebiyat yapmak için söylemiyorum bunları... Cidden büyük bir bahtiyarlık içindeydik. Çünki Hazret-i Üstâd’la aynı çatı altında bulunuyor, hiç olmazsa, haftada kaçamaklı da olsa bir ziyaret ediyorduk.
Onun koğuşu, kapı altının üstünde, altmış kişilik büyük bir koğuştu. Lâkin kendisi orada tek başına kalıyordu, yani orada tecrid içinde bırakmışlardı. Yan taraftaki odada berber vardı. Salı günü “Traşa çıkıyoruz” diye kapı altında nöbetçi gardiyandan izin alır, yukarı çıkardık. Beri tarafa dönerek Üstâd’ımızı ziyaret ederdik. Üstâd’ımızın iltifatları ruhumuza gıda olur, ölüm de gelse pervasız ona koşarız gibi, metanet elde ederdik.
Benim Üstâd’ın yanında ve hizmetinde kalışım, Üstâd’ımızın hapsinin ikinci senesine rastlar. Çünki Afyon mahkemesi, (Üstâd’ın ilk mevkufiyet tarihi hesabıyla) onbuçuk ay mevkufiyetinden sonra karar vermiş ve Üstâd’ımıza yirmi ay, Ahmed Feyzi’ye on sekiz ay diğerlerine altışar ay ceza vermişti.
Yükleniyor...