2- N. Şahiner’in tesbit ettiği Ispartalı Mehmet Gülırmak’ın Eskişehir hadisesiyle ilgili hatıralarından bazı bölümler de şöyledir:
“Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Barla’dan Isparta’ya getirildiğinde; ılk önceleri şûkrü Efendi’nin ahşap bir köşkünde, bir müddet de, yüzbaşı Re’fet Barutçunun, Ayşe Uzunoğlunun bahçeler içindeki evinde kaldı.
O bir kuyruklu yıldızdı, uçtu gitti elimizden... Bir daha doğmaz. O günlerde, Bediüzzaman sıkı bir kontrol altındaydı. Ben Üstâd’ın hizmetine baktığım günlerde, Dündar isminde Eğridir’li bir polis me’muru, Üstâd’a ve bize eziyet ederdi. Üstâd ona “murdar” derdi.
Bir gün beni tutup karakola götürdü. Falakaya yatıracaktı, Üstâd’ın hizmetine bakıyorum diye... Tam o esnada, Üstâd’ın yanından bir arkadaş bir pusula getirdi. Pusula da: “Ben bu mübarek beldeyi (Isparta’yı) çok seviyorum, dua ediyorum. Eğer benim hizmetçim Mehmed’i döver, zulmederseniz, şehrin altını üstüne getiririm” diye yazmıştı. Bunun üzerine polisler korktular, beni dövmediler, bıraktılar.
Eskişehir hapsine götürürlerken, beni Re’fet Bey’le birlikte kelepçelediler. Isparta ve civar illerden toplattırılan yüzyirmi adamı bağlamak için kelepçeler yetişmedi. Sona kalan Bekir Ağa ile Antalya Mûftüsü Çil Ahmed Efendiyi çamaşır ipiyle bağlamak istemişlerdi.
Müfreze kumandanına verilen (Gizli) emir; “Isparta hududundan çıktıktan sonra, Issız bir yerde hepsini imha et?” şeklinde imiş.. Fakat kumandan Ruhi Bey, vicdanlı ve insaflı bir insan olduğandan emri yerine getirmedi. Bilâkis Bediûzzamanla dost oldu ve hatta Dinar’da kelepçeleri çözdürdü.
Üstâd Bediüzzaman, o eski günleri anlatırken Ruhî Beyden bahseder ve şöyle konuşurdu:
“Hadiseyi haber alan hükûmet, Ruhi Bey’i taltif etmek yerine ordudan tard cezasını verdiler.
Eskişehir hapsine girdikten sonra; saatler geçti, bizi helâya çıkartmıyorlardı. ıçimizde ihtiyarlar çoktu. Hep sıkışmıştık. Merakla “Acaba ne olacak?” diye bekliyorduk. Sonra bir baktık, oradan (Duvardan) bir boru
soktular. Meğer oradan küçük abdesti yapacakmışız. Katiyyen dışarı çıkartmadılar. Hep o borudan küçük ihtiyaçlarımızı gördük.
Zaten tüm mahpushane idarecileri, bize “ıdam mahkûmu” gözüyle bakıyorlardı. Hiç bir ziyaretçi, yanımıza bırakmıyorlardı. “Siz idam olursunuz, bunlarla konuşursanız..” diyorlarmış.
Hapiste geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi...
“Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Barla’dan Isparta’ya getirildiğinde; ılk önceleri şûkrü Efendi’nin ahşap bir köşkünde, bir müddet de, yüzbaşı Re’fet Barutçunun, Ayşe Uzunoğlunun bahçeler içindeki evinde kaldı.
O bir kuyruklu yıldızdı, uçtu gitti elimizden... Bir daha doğmaz. O günlerde, Bediüzzaman sıkı bir kontrol altındaydı. Ben Üstâd’ın hizmetine baktığım günlerde, Dündar isminde Eğridir’li bir polis me’muru, Üstâd’a ve bize eziyet ederdi. Üstâd ona “murdar” derdi.
Bir gün beni tutup karakola götürdü. Falakaya yatıracaktı, Üstâd’ın hizmetine bakıyorum diye... Tam o esnada, Üstâd’ın yanından bir arkadaş bir pusula getirdi. Pusula da: “Ben bu mübarek beldeyi (Isparta’yı) çok seviyorum, dua ediyorum. Eğer benim hizmetçim Mehmed’i döver, zulmederseniz, şehrin altını üstüne getiririm” diye yazmıştı. Bunun üzerine polisler korktular, beni dövmediler, bıraktılar.
Eskişehir hapsine götürürlerken, beni Re’fet Bey’le birlikte kelepçelediler. Isparta ve civar illerden toplattırılan yüzyirmi adamı bağlamak için kelepçeler yetişmedi. Sona kalan Bekir Ağa ile Antalya Mûftüsü Çil Ahmed Efendiyi çamaşır ipiyle bağlamak istemişlerdi.
Müfreze kumandanına verilen (Gizli) emir; “Isparta hududundan çıktıktan sonra, Issız bir yerde hepsini imha et?” şeklinde imiş.. Fakat kumandan Ruhi Bey, vicdanlı ve insaflı bir insan olduğandan emri yerine getirmedi. Bilâkis Bediûzzamanla dost oldu ve hatta Dinar’da kelepçeleri çözdürdü.
Üstâd Bediüzzaman, o eski günleri anlatırken Ruhî Beyden bahseder ve şöyle konuşurdu:
“Hadiseyi haber alan hükûmet, Ruhi Bey’i taltif etmek yerine ordudan tard cezasını verdiler.
Eskişehir hapsine girdikten sonra; saatler geçti, bizi helâya çıkartmıyorlardı. ıçimizde ihtiyarlar çoktu. Hep sıkışmıştık. Merakla “Acaba ne olacak?” diye bekliyorduk. Sonra bir baktık, oradan (Duvardan) bir boru
soktular. Meğer oradan küçük abdesti yapacakmışız. Katiyyen dışarı çıkartmadılar. Hep o borudan küçük ihtiyaçlarımızı gördük.
Zaten tüm mahpushane idarecileri, bize “ıdam mahkûmu” gözüyle bakıyorlardı. Hiç bir ziyaretçi, yanımıza bırakmıyorlardı. “Siz idam olursunuz, bunlarla konuşursanız..” diyorlarmış.
Hapiste geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi...
Yükleniyor...