Çalıştılar.. Her alçaklığa, her münafıklığa baş vurdular.. Ve nihayet bir bahane uydurdular:

Eğridir’de Risale-i Nurla uzaktan alâkadar yarı meczub bir adamın,oradaki bir jandarma çavuşu ile yaptığı ufak bir ağız münakaşasını

{Osmanlıca Siracun Nur, s: 288.}



büyüttüler, büyüttüler... Güya memleket çapında siyasî bir hareket, bir ayaklanma varmışçasına yaygaralar, feryatlar kopardılar. Ankara’yı ve hükûmeti de ayaklandırdılar.

Ziyadar Levhalar

Az ilerde, Eskişehir hadisesi öncesi tezgâhlanan planların tafsilatına dönmek üzere; burada Hazret-i Üstâd’ın Isparta’da geçen sekiz-dokuz aylık hayatının nurani safhalarına ve ziyadar taraflarına dönüp temaşa edelim:

Evet, o Hazret’in, Isparta’da en kıymettar talebe ve dostları içerisinde geçirmiş olduğu kısacık hayatı, hakikaten çok tatlıdır, nurlu ve saadetlidir. Burada yapılan iman hizmeti ve te’sir sahası genişleyen Kur’ân dersleriyle, onun hayatı son derece huzur ve mutluluk içindedir. Çünki gayesi, yegâne gayesi; imanların kurtulması ve hissiyat-ı diniyenin inkişaf etmesiydi.

Hazret-i Üstâd’ın Barla’dan Isparta’ya nakil edilmesiyle, içtimaî hayatla bir derece temasları olduğu için, burada yapılan te’lifat -dikkat edilirse-, âdeta içtimaî hayatın bir nevi iman dersleri olduğu görülecektir. Hastalar Risalesi, ıhtiyarlar Risalesi, ıktisad Risalesi ve hanımlarla ilgili ailevî bağlar hakkında olan yirmi dördüncü lem’a gibi mühim Risaleler, içtimai hayatı daha çok ilgilendiren derslerdir.

Hem Üstâd’ın sekiz-dokuz aylık Isparta’daki hayatında nurların umumî bir tashih ve tanzimi yapılmış ve toptan bir gözden geçirme işi de gerçekleşmişti. Böylece Hazret-i Üstâd, adeta yakında gelecek ağır ve zulümlü hadise ve musibetlere hazırlanmak üzere, Nur risalelerini Isparta ve civarındaki sadık, sıddık ve sadûk, kahraman ve gayyur talebelerine tevdi’ ve teslim etmiş oluyordu.

Isparta’da, Hazret-i Üstâd’ın da başında bulunduğu Risale-i Nur’un mezkûr inkişafı, fütûhâtı ve te’siratıyla rayihalanan iman ve Kur’ân derslerinin manevî güzel kokuları,Isparta ve civarına ervah-ı tayyibeyi celbe medar bir durum almış olduğundan; o sıralarda, bilhassa Peygamberimizle (A.S.M.) alâkadar olarak görülen sadık rü’yalar, hissedilen ma’nevî işaretlerle; Nur talebelerinin kalblerini feyiz ve nurlarla okşamış ve coşturmuştu. Hamiyet ve gayretlerini pür-heyecan ve hareket içinde ihtizaza getirmişti.

Yükleniyor...