Son Fasıl
Barla’dan Isparta’ya Nakil
İst tarafta da arza çalışmıştık; 1930’larda cereyan eden Ağrı isyanı veya Ağrı dağı hadisesi üzerine Hazret-i Üstâd’a ve mescidine ilişildiği ve huzuru kaçırıldığı gibi, 1931’lerde de Zilan deresi ve Muş ovası faciası ve katliamı üzerine, yine kendisine sıkıntılar verilmiş ve güya o gibi dünyevî hadiselerle onun da ilişkisi varmışçasına ona karşı bedbahtça tedbirler alınmıştı. Yine aynı yıllarda, yani 23 Aralık 1930’larda çıkan ve daha doğrusu kasden ihdas edilen Menemen mazlum ve ma’hud hadisesi üzerine de, daha şiddetli bir surette onun hususî ibadetine ve mescidine tecavüz edilmişti. Daha sonraki yıllarda ,yani 1934 yılı başlarında tekrar bazı bahanelerle Üstâd’a ilişilmiş, hususî ibadetine ve mescidine, bu defa sadece ilişilmekle de kalmayıp, mescidini resmen kapatmak ve mühürlemek suretiyle tecavüz edildi. Ve bu hadise sonrasında da, ta Isparta’ya nakledilinceye kadar bir kaç ay, gelen misafirlerle Üstâd’ı görüştürmemek ve muhaberelerine sed çekmek şeklinde alçakça tedbirler alınmıştı. Böylece 1934 yılı ilk yarısı içerisinde Hazret-i Üstâd’a karşı uygulanan alçakça bed muamelelerden, onun şehamet-i imaniyyesi ve fıtrî celadet, cesaret ve izzeti galeyana gelmiş, ona çok dokunmuş ve bu sıkıntılar neticesinde dört beş ay içerisinde dokuz tane mübarek dişlerinin düşmesine sebebiyet vermiştir.
{Osmanlıca fihrist kitabı, s: 87.}
Lâkin bütün o zulümlü tedbir ve baskılara rağmen; imanlı, cesur, feragatkâr talebeleri hiç bir engel tanımadılar. Çeşitli yol ve vasıtalarla Üstâdlarıyla olan muhaberelerini devam ettirdiler. Ne yapıp yapıp gizli olarak Üstâdlarının yanına gelmeyi başardılar. Nur’un hizmetini aksatmadılar. Kaymakam ve nahiye müdürü ise, evhamlarından acz içinde çırpınmaktaydılar. Köyde MıT hesabına Hazret-i Üstâd’ın hareketlerini raporlayan ve Üstâd tarafından“Vicdansız muallim“
{Osmanlıca Lemalar, s: 327.}
lakabıyla lakablanan bir muallim de
mütemadiyen bu evhamı, habbeyi kubbe yaparak körüklemeye devam ediyordu. Isparta valisi de bu evham rüzgârına kapıldı. Sanki memlekette siyasî bir durum varmışçasına, Ankara’ya raporlar yollandı. Ankara hükümeti de bu raporlara inandı ve telâşlandı gibi göründü. “Telâşlandı gibi” diyorum. Çünki Bediüzzaman’a karşı yapılan muameleler ve ihdas edilen kasdî hareketler hep maksatlıydı. Hem Ankara, hem mahallî hükûmet onu çok iyi biliyorlardı ki; Bediüzzaman öylesi neticesiz hadiselere bulaşacak bir insan değildir. Memleketin huzur ve sükûnu, asayiş ve emniyeti uğruna herşeyini feda etmiştir. Evet bütün bunları çok iyi biliyorlardı. Her ne ise...
Barla’dan Isparta’ya Nakil
İst tarafta da arza çalışmıştık; 1930’larda cereyan eden Ağrı isyanı veya Ağrı dağı hadisesi üzerine Hazret-i Üstâd’a ve mescidine ilişildiği ve huzuru kaçırıldığı gibi, 1931’lerde de Zilan deresi ve Muş ovası faciası ve katliamı üzerine, yine kendisine sıkıntılar verilmiş ve güya o gibi dünyevî hadiselerle onun da ilişkisi varmışçasına ona karşı bedbahtça tedbirler alınmıştı. Yine aynı yıllarda, yani 23 Aralık 1930’larda çıkan ve daha doğrusu kasden ihdas edilen Menemen mazlum ve ma’hud hadisesi üzerine de, daha şiddetli bir surette onun hususî ibadetine ve mescidine tecavüz edilmişti. Daha sonraki yıllarda ,yani 1934 yılı başlarında tekrar bazı bahanelerle Üstâd’a ilişilmiş, hususî ibadetine ve mescidine, bu defa sadece ilişilmekle de kalmayıp, mescidini resmen kapatmak ve mühürlemek suretiyle tecavüz edildi. Ve bu hadise sonrasında da, ta Isparta’ya nakledilinceye kadar bir kaç ay, gelen misafirlerle Üstâd’ı görüştürmemek ve muhaberelerine sed çekmek şeklinde alçakça tedbirler alınmıştı. Böylece 1934 yılı ilk yarısı içerisinde Hazret-i Üstâd’a karşı uygulanan alçakça bed muamelelerden, onun şehamet-i imaniyyesi ve fıtrî celadet, cesaret ve izzeti galeyana gelmiş, ona çok dokunmuş ve bu sıkıntılar neticesinde dört beş ay içerisinde dokuz tane mübarek dişlerinin düşmesine sebebiyet vermiştir.
{Osmanlıca fihrist kitabı, s: 87.}
Lâkin bütün o zulümlü tedbir ve baskılara rağmen; imanlı, cesur, feragatkâr talebeleri hiç bir engel tanımadılar. Çeşitli yol ve vasıtalarla Üstâdlarıyla olan muhaberelerini devam ettirdiler. Ne yapıp yapıp gizli olarak Üstâdlarının yanına gelmeyi başardılar. Nur’un hizmetini aksatmadılar. Kaymakam ve nahiye müdürü ise, evhamlarından acz içinde çırpınmaktaydılar. Köyde MıT hesabına Hazret-i Üstâd’ın hareketlerini raporlayan ve Üstâd tarafından“Vicdansız muallim“
{Osmanlıca Lemalar, s: 327.}
lakabıyla lakablanan bir muallim de
mütemadiyen bu evhamı, habbeyi kubbe yaparak körüklemeye devam ediyordu. Isparta valisi de bu evham rüzgârına kapıldı. Sanki memlekette siyasî bir durum varmışçasına, Ankara’ya raporlar yollandı. Ankara hükümeti de bu raporlara inandı ve telâşlandı gibi göründü. “Telâşlandı gibi” diyorum. Çünki Bediüzzaman’a karşı yapılan muameleler ve ihdas edilen kasdî hareketler hep maksatlıydı. Hem Ankara, hem mahallî hükûmet onu çok iyi biliyorlardı ki; Bediüzzaman öylesi neticesiz hadiselere bulaşacak bir insan değildir. Memleketin huzur ve sükûnu, asayiş ve emniyeti uğruna herşeyini feda etmiştir. Evet bütün bunları çok iyi biliyorlardı. Her ne ise...
Yükleniyor...