Mevzu’a girmeden önce, iki noktayı -bahsimizle münasebeti ziyade olduğundan- kaydetmek isteriz:
Birinci Nokta: Risale-i Nur adı altında geniş, vâzıh, mufassal olan nurlu risalelerin te’lif başlangıcı her ne kadar 1926 senesinin ilk baharından itibaren ise de; fakat 1920’lerden itibaren te’lifine başlanıp, 1923 baharında sona eren Arabi Risalelerin mecmuu ile, sonra 1925 yılı içerisinde Burdur, Isparta ve Barla’da tamamlanan ve fakat tab’ edilemeyip el yazısı tek nüsha halinde kalan dört adet Arapça risalelerle birlikte onaltıyı bulan harika, derin, vecîz Arabî risaleler dahi Risale-i Nur’a dahil olduğundan, her münasebet geldikçe, Hazret-i Üstâd tarafından bazen yüz yirmi, bazen de yüz otuz parça Risale diye ifade edilen adetlerin beyanında, her zaman adı geçen on altı adet Arabilerin mecmuu ile beraber sayılmaktadır. Bu itiBarla, Nur’un te’lif başlangıcı bir cihette 1921 yılıdır denilebilir. Nitekim Hazret-i Üstâd da bazı eserlerinde bu manayı te’kid etmektedir. Ezcümle; 1935 senesi içinde Eskişehir mahkemesine karşı yaptığı müdafaa’da der ki: “Risale-i Nur nâmı altında yüzyirmibeş Risale yirmi sene zarfında te’lif edilmiş.
{Osmanlıca Lem’alar, s: 781.}
Yine aynı müdafaanamesinde: “Nur risalelerinin bir çoğu dört beş sene evvel, bir kısmı da sekiz sene evvel, bir kısmı da on üç sene evvel te’lif edilmişlerdir”
{Aynı eser, s: 764.}
demektedir.
Amma Risale-i Nur adını verdiği Türkçe ve mufassal olan RisaleIerin te’lif başlangıcı için, 1925 tarihini vermektedir
{Osmanlıca Sikke-i Tasdik, s: 85.}
ki; Burdur’a ilk menfi olarak getirildiğinde, on üç dersten ibaret olan Nur’un İlkKapısı’nın te’lif tarihidir.
İkinci Nokta: Risale-i Nur eserleri, küçük-büyük mecmualar haline getirildiğinde, Nur talebeleri bazı zatlar, o mecmualardan bazılarının başında “Risale-yi Nur Külliyatı‘ndan falanca risale” tabirini yazdılar. Bunu Hazret-i Üstâd da gördü, herhangi bir şey demedi. Lâkin kendisi hiç bir zaman re’sen o tabiri kullanmadı. Bu tabir, Üstâd’ın sağlığında neşredilen daha çok Osmanlıca mecmuaların, sadece Isparta’da teksiri yapılanların bazısının başında yazıldı. ınebolu o tabiri hiç kullanmadı. Hatta merhum Ceylan’ın 1947’de Eskişehir’de yazıp teksir ettiği ıkinci şua’ risalesinin başında da yazılmadı. Lâkin bu böyle olmakla birlikte, bu tabir bilhassa Hazret-i Üstâd’ın vefatından sonra umumileşti. Adeta Nur risalelerinin ayrılmaz bir unvanı ve parçası oldu. Hatta bazı nâşirler bu tabiri Risale-i Nur silsilesine
Birinci Nokta: Risale-i Nur adı altında geniş, vâzıh, mufassal olan nurlu risalelerin te’lif başlangıcı her ne kadar 1926 senesinin ilk baharından itibaren ise de; fakat 1920’lerden itibaren te’lifine başlanıp, 1923 baharında sona eren Arabi Risalelerin mecmuu ile, sonra 1925 yılı içerisinde Burdur, Isparta ve Barla’da tamamlanan ve fakat tab’ edilemeyip el yazısı tek nüsha halinde kalan dört adet Arapça risalelerle birlikte onaltıyı bulan harika, derin, vecîz Arabî risaleler dahi Risale-i Nur’a dahil olduğundan, her münasebet geldikçe, Hazret-i Üstâd tarafından bazen yüz yirmi, bazen de yüz otuz parça Risale diye ifade edilen adetlerin beyanında, her zaman adı geçen on altı adet Arabilerin mecmuu ile beraber sayılmaktadır. Bu itiBarla, Nur’un te’lif başlangıcı bir cihette 1921 yılıdır denilebilir. Nitekim Hazret-i Üstâd da bazı eserlerinde bu manayı te’kid etmektedir. Ezcümle; 1935 senesi içinde Eskişehir mahkemesine karşı yaptığı müdafaa’da der ki: “Risale-i Nur nâmı altında yüzyirmibeş Risale yirmi sene zarfında te’lif edilmiş.
{Osmanlıca Lem’alar, s: 781.}
Yine aynı müdafaanamesinde: “Nur risalelerinin bir çoğu dört beş sene evvel, bir kısmı da sekiz sene evvel, bir kısmı da on üç sene evvel te’lif edilmişlerdir”
{Aynı eser, s: 764.}
demektedir.
Amma Risale-i Nur adını verdiği Türkçe ve mufassal olan RisaleIerin te’lif başlangıcı için, 1925 tarihini vermektedir
{Osmanlıca Sikke-i Tasdik, s: 85.}
ki; Burdur’a ilk menfi olarak getirildiğinde, on üç dersten ibaret olan Nur’un İlkKapısı’nın te’lif tarihidir.
İkinci Nokta: Risale-i Nur eserleri, küçük-büyük mecmualar haline getirildiğinde, Nur talebeleri bazı zatlar, o mecmualardan bazılarının başında “Risale-yi Nur Külliyatı‘ndan falanca risale” tabirini yazdılar. Bunu Hazret-i Üstâd da gördü, herhangi bir şey demedi. Lâkin kendisi hiç bir zaman re’sen o tabiri kullanmadı. Bu tabir, Üstâd’ın sağlığında neşredilen daha çok Osmanlıca mecmuaların, sadece Isparta’da teksiri yapılanların bazısının başında yazıldı. ınebolu o tabiri hiç kullanmadı. Hatta merhum Ceylan’ın 1947’de Eskişehir’de yazıp teksir ettiği ıkinci şua’ risalesinin başında da yazılmadı. Lâkin bu böyle olmakla birlikte, bu tabir bilhassa Hazret-i Üstâd’ın vefatından sonra umumileşti. Adeta Nur risalelerinin ayrılmaz bir unvanı ve parçası oldu. Hatta bazı nâşirler bu tabiri Risale-i Nur silsilesine
Yükleniyor...