Özellikle Türkiye Müslümanlarına ve sonra tüm Âlem-i İslâm’a tatbik edecekleri bir çok plânları tatbika hazır durumdaydı. Maddeten ve cebr-i keyfî ile bu plânları kısmen maddi şekillerini tatbik edecek yerli tinetsiz adamlarını bulmuşlardı. Ayrıca manevî ve imanî ve felsefi sahalarda şüphe ve vesveseler ika’ etmekle de, bir çok menhus niyet ve proğramları da paket paket uygulamaya hazırdır.

İşte Hazret-i Bediüzzaman, dünya dinsizlerinin, farmason ve masonlarının müşterek olarak hazırlamakta oldukları ve belki de hazır vaziyete getirmiş oldukları en gizli ve en desiseli ve en şeytanî plânlarını dahi, ruhunun dekaik-âşina ve hurdebinî radarıyla, kalbinin kâinat-şümûl teleskoplarıyla, aklının hakîmâne, nihayet hassas feraset ve idrakiyle hissetmiş, anlamış ve sezmişti. Ona göre; belki maddi âlemde kuvvet ve ordulara muhtaç olan siyaset ve topuz yoluyla bazı maddî tatbikatçılarını durdurmaye, veya bertaraf etmeye tevessül edememişse de lâkin bunların esastan ve kökten plân ve projelerini zirü zeber eden ve dinsiz, farmason komitelerin hempalarını perişan ve rüsvay eden akıl, mantık ve ilim meydanındaki mücadele ve mücahadesi muzafferiyetle ve gâlibiyet ile neticelenmiştir, denilebilir.

İşte Üstâd Bediüzzaman’ın zâhirde bir sebeb olmaksızın gerçekleştirdiği imanî ve akidevî te’lifatı, böylece ruhunun fevkelade keskin radarlarıyla sezdiği manevî sebeb ve ihtiyaç noktasından bakılırsa; tam asrın hastalıklarına deva, dertlerine şifa, içtimaî emraza tiryak gibi ilâç oldukları anlaşılmış ve anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Risalelerin bir çoğunun te’lif sebebi görünmemişse de, fakat arz ettiğimiz gibi, öyle muazzam ve küllî manevi sebebleri mevcut ve vâriddi diyebiliriz.

Bu mes’elenin bu kadarcık izahını; üçüncü bölümde başka diğer yönleriyle birlikte bir derece izahının yapıldığını göz önünde bulundurarak şimdilik burada bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

İkinci Mes’ele: Te’lif edilen Risalelerin tanzimi, yani sırasına dizilerek isimlendirilmeleri ve makamlarına konulmaları.. ve bilahâre çeşitli isimler altında mevcut risalelerden mecmualar tanzim ettirilmesi keyfiyetidir. Bu da yine te’lifi gibi, ilham ve ihtarların manevî hükümleri altında cereyan etmiştir. şöyle ki:

Sözler olsun, Mektubat olsun ve hakeza Lem’alar ve şualar olsun, içindeki risalelerinin ilk te’lifleri anında; “Bu falanca söz” veya “falanca mektup” diye adlandırılarak te’lif edilmiş değildir. Meselâ “Onuncu Söz” ilk te’lif edildiğinde, ismi “Onuncu Söz” değil “Haşir Risalesi”dir. Zaten Onuncu Söz te’lif edildiği zaman, henüz birden dokuza kadar olan “Küçük Sözler” telif edilmiş değildir.

Keza, “Yirmibeşinci Söz” te’lif edildiğinde, ismi sadece “Mu’cizat-ı


Yükleniyor...