ve müellifin yanında müracaat edilecek me’haz hiç bir kitap bulunmadığı halde zuhura gelmişlerdir.
Nurların yirmi üç senede te’lifinin tamamlanması ciheti de, Kur’ân’ın nüzûl şekline benzer bir tarzda olduğu gibi; zaman ve mekân itibariyle de onun te’lif tarzı yine Kur’ân’ın nüzûl tarzına bir yönüyle benzemektedir. Bu ise Kur’ân’ın bu asırdaki ilhamî bir tefsiri ve berrak bir ayinesi olduğunu izhar ve irae etmektedir.
Nur müellifinin de yazdığı gibi; inkıbaz, hastalık, zehirlenme, hapis ve tazyikler, onun te’lifine mani’ olmak değil, bilâkis, en sıkıntılı, hastalıklı ve en ağır şartlar altında te’lif edilen Risaleler, üslupça, külliyet-i manaca en parlağı, en ulvisi olmuşlardır. Hem de imanın en şirin meyvelerini, en derin sırlarını keşf edip meydana çıkarmak suretinde...
Meselâ, Eskişehir hapishanesinde te’lif edilen “Otuzuncu Lem’a, ıkinci şua.” Ve Denizli hapsinde te’lif edilen “Meyve Risalesi” hususan “Yedinci Sekizinci ve Dokuzuncu meyveleri..” Hem Afyon hapsinde müthiş bir zehirlenmeden sonra ve hemen akabinde te’lif edilen “El Hüccet-üz Zehra” Risalesi gibi...
Halbuki: Umum insanların fıtrî ve değişmez bir hal ve hasletidir ki; zihin ve fikirlerine basit menfi bir hareket, bir haber, bir söz ilişirse, değil öyle imanî, yüksek ve geniş hakikatları içine alan dakik ve ilmî risaleleri te’lif etmek, belki basit bir mektubu da yazamazken; Risale-i Nurlann mezkûr tarzda, en ağır şerait ve sıkıcı ahval içerisinde te’lifleri, hem de en parlak bir üslupla, en berrak bir tarz-ı beyanda zuhurları, elbette Mevlânâ Cami’nin, Celâleddin-i Rumi’nin Mesnevisi hakkında;
- ayet girilecek -
Yani: “Ben o âli-cenabın evsafı hakkında ne diyeyim, O bir peygamber değil amma, kitap sahibidir” dediğinin hakikatı Bediüzzaman hakkında hakikat olarak daha çok lâyık ve muvafık olsa gerektir.
Evet, Hazret-i Bediüzzamanın te’lif tarzı, az yukarda beyan edilen şekilde olduğuna hiç bir tereddüt ve şüphe bırakmıyacak surettedir. Pek çok şahid-i sadık zatların şehadeti ve yazılı delil ve belgeler mevcuttur. Nitekim üst taraflarda da bu davanın bazı belgeleri kaydedilmiştir.
Demiştik ki: Risalelerin mutlak ekseriyetinin te’lifi, zâhirî bir sebeb olmaksızın vücuda gelmişlerdir. Fakat bu bahsettiğimiz kaziye, sadece zâhirî sebebler cihetiyledir. Amma manevî ve gizli ve görünürde kendini göstermiyen sebebler mevcuttu diyebiliriz. Çünkü âlemde, dünya dinsizlerinin müştereken uygulamaya hazırladıkları gizli ve desiseli projeleri mevcuttu.
Nurların yirmi üç senede te’lifinin tamamlanması ciheti de, Kur’ân’ın nüzûl şekline benzer bir tarzda olduğu gibi; zaman ve mekân itibariyle de onun te’lif tarzı yine Kur’ân’ın nüzûl tarzına bir yönüyle benzemektedir. Bu ise Kur’ân’ın bu asırdaki ilhamî bir tefsiri ve berrak bir ayinesi olduğunu izhar ve irae etmektedir.
Nur müellifinin de yazdığı gibi; inkıbaz, hastalık, zehirlenme, hapis ve tazyikler, onun te’lifine mani’ olmak değil, bilâkis, en sıkıntılı, hastalıklı ve en ağır şartlar altında te’lif edilen Risaleler, üslupça, külliyet-i manaca en parlağı, en ulvisi olmuşlardır. Hem de imanın en şirin meyvelerini, en derin sırlarını keşf edip meydana çıkarmak suretinde...
Meselâ, Eskişehir hapishanesinde te’lif edilen “Otuzuncu Lem’a, ıkinci şua.” Ve Denizli hapsinde te’lif edilen “Meyve Risalesi” hususan “Yedinci Sekizinci ve Dokuzuncu meyveleri..” Hem Afyon hapsinde müthiş bir zehirlenmeden sonra ve hemen akabinde te’lif edilen “El Hüccet-üz Zehra” Risalesi gibi...
Halbuki: Umum insanların fıtrî ve değişmez bir hal ve hasletidir ki; zihin ve fikirlerine basit menfi bir hareket, bir haber, bir söz ilişirse, değil öyle imanî, yüksek ve geniş hakikatları içine alan dakik ve ilmî risaleleri te’lif etmek, belki basit bir mektubu da yazamazken; Risale-i Nurlann mezkûr tarzda, en ağır şerait ve sıkıcı ahval içerisinde te’lifleri, hem de en parlak bir üslupla, en berrak bir tarz-ı beyanda zuhurları, elbette Mevlânâ Cami’nin, Celâleddin-i Rumi’nin Mesnevisi hakkında;
- ayet girilecek -
Yani: “Ben o âli-cenabın evsafı hakkında ne diyeyim, O bir peygamber değil amma, kitap sahibidir” dediğinin hakikatı Bediüzzaman hakkında hakikat olarak daha çok lâyık ve muvafık olsa gerektir.
Evet, Hazret-i Bediüzzamanın te’lif tarzı, az yukarda beyan edilen şekilde olduğuna hiç bir tereddüt ve şüphe bırakmıyacak surettedir. Pek çok şahid-i sadık zatların şehadeti ve yazılı delil ve belgeler mevcuttur. Nitekim üst taraflarda da bu davanın bazı belgeleri kaydedilmiştir.
Demiştik ki: Risalelerin mutlak ekseriyetinin te’lifi, zâhirî bir sebeb olmaksızın vücuda gelmişlerdir. Fakat bu bahsettiğimiz kaziye, sadece zâhirî sebebler cihetiyledir. Amma manevî ve gizli ve görünürde kendini göstermiyen sebebler mevcuttu diyebiliriz. Çünkü âlemde, dünya dinsizlerinin müştereken uygulamaya hazırladıkları gizli ve desiseli projeleri mevcuttu.
Yükleniyor...