İstanbul’a geldikten sonra da, İngilizlere karşı verdiği cansiperane mücadelesi ve İngilizlerin başpapazının suallerine verdiği veciz, harika cevablar; İngilizlerce de Bediüzzaman’ın kahramanlığı ve vatanseverliği görülüp kabul edilmekle de, onun Bediüzzamanlığı onlarca da bir nevi kabul edilmiş olmasıdır.
Daha sonra, onun bu harika ve bir ordu kadar te’sirli mücadelelerini gören ve takib eden Ankara hükûmet ricali, Bediüzzaman’ı ısrar ve tekrar ile Ankara’ya -taltif için- çağırmaları ve sonra da; Meclis başkanı, bil’aherede reis-i Cumhur M. Kemal Paşa’ya karşı namaz ve dinin şeairi hakikatlarını ve tatbiklerinin lüzumunu pervasızca ve hiç çekinmeden haykırması da yine bu davanın başka bir nişanesidir.
Bunlardan başka 1925’den 1953 yıllarına kadar tüm dünya dinsizlerinin, gizli-âşikâr ifsadatlarına karşı Kur’ân namına, iman hesabına yaptığı yirmi sekiz senelik manevi cihadı ve kudsî mücadelesi; onun nasıl bir din rehberi, Kur’ân hakikatlarının bir mübelliği ve dellalı.. Ve müstakim, şaşmaz bir hidayet abidesi olduğuna bütün ilim erbabı, insaf ve vicdan dünyası görüp ma’nen tasdik etmekle; yine onun o unvanının ancak ona lâyık ve muvafık olabileceğine zımnî ve sükûtî karar vermiş olmaları hadisesidir.
Evet bütün bu yazılanlar bu kitapta, delil ve belgeleriyle ispatlı olarak kaydedilmiş ve edilmektedir.
şimdi burada, baştaki davamız olan İslâm Âlemi’nin dinî, içtimaî ve siyasî büyük şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkındaki görüşlerinin beyanına geçiyoruz. Buna da Hazret-i Üstâd’ın sadece 1907’den sonraki hayatiyle ilgili vak’alardan söz ederek gireceğiz. Onun bu tarihten önceki çocukluk devresi ve tahsil hayatı, tafsilatıyla bu kitapta kaydedilmiş olmakla beraber, belki o fasılda cereyan eden hadiseler başka sebeblere de hamledilebilir. Lâkin 1907’den sonra, İstanbul dairesindeki Osmanlı’nın büyük din âlimleri ve siyasî şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkında görüşlerine artık hiç bir kimse bir şey diyemiyecektir.
İşte, Birincisi: Üstâd Bediüzzaman Said-i Kürdî ve sonra Said-i Nursi Hazretleri’nin 1907-1909 yılları arasında İstanbul’da iken, oraya gelen Mısır Câmi-ül Ezher Reisi şeyh Bahid Hazretleri’yle yaptığı mülâkat neticesinde, şeyh Bahid’in: “Ben bu gençle münazara edip galebe çalamam. Zira, ben de Osmanlı ülkesinde zuhur eden hürriyet hakkında onun beyan ettiği aynı kanaattaydım. Fakat Bediüzzaman’ın, o çok geniş ve dağınık meselenin bir kitapla ancak izahı yapılabilir iken; iki cümleyle gayet veciz ve cami’ şekilde ifade, etmesine hayran kaldım. Bu zatla münazara edilmez.”
{Emirdağ-2 Lahikası, s: 108.}
gibi samimi i’tiraflarıyla; İslâm
Daha sonra, onun bu harika ve bir ordu kadar te’sirli mücadelelerini gören ve takib eden Ankara hükûmet ricali, Bediüzzaman’ı ısrar ve tekrar ile Ankara’ya -taltif için- çağırmaları ve sonra da; Meclis başkanı, bil’aherede reis-i Cumhur M. Kemal Paşa’ya karşı namaz ve dinin şeairi hakikatlarını ve tatbiklerinin lüzumunu pervasızca ve hiç çekinmeden haykırması da yine bu davanın başka bir nişanesidir.
Bunlardan başka 1925’den 1953 yıllarına kadar tüm dünya dinsizlerinin, gizli-âşikâr ifsadatlarına karşı Kur’ân namına, iman hesabına yaptığı yirmi sekiz senelik manevi cihadı ve kudsî mücadelesi; onun nasıl bir din rehberi, Kur’ân hakikatlarının bir mübelliği ve dellalı.. Ve müstakim, şaşmaz bir hidayet abidesi olduğuna bütün ilim erbabı, insaf ve vicdan dünyası görüp ma’nen tasdik etmekle; yine onun o unvanının ancak ona lâyık ve muvafık olabileceğine zımnî ve sükûtî karar vermiş olmaları hadisesidir.
Evet bütün bu yazılanlar bu kitapta, delil ve belgeleriyle ispatlı olarak kaydedilmiş ve edilmektedir.
şimdi burada, baştaki davamız olan İslâm Âlemi’nin dinî, içtimaî ve siyasî büyük şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkındaki görüşlerinin beyanına geçiyoruz. Buna da Hazret-i Üstâd’ın sadece 1907’den sonraki hayatiyle ilgili vak’alardan söz ederek gireceğiz. Onun bu tarihten önceki çocukluk devresi ve tahsil hayatı, tafsilatıyla bu kitapta kaydedilmiş olmakla beraber, belki o fasılda cereyan eden hadiseler başka sebeblere de hamledilebilir. Lâkin 1907’den sonra, İstanbul dairesindeki Osmanlı’nın büyük din âlimleri ve siyasî şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkında görüşlerine artık hiç bir kimse bir şey diyemiyecektir.
İşte, Birincisi: Üstâd Bediüzzaman Said-i Kürdî ve sonra Said-i Nursi Hazretleri’nin 1907-1909 yılları arasında İstanbul’da iken, oraya gelen Mısır Câmi-ül Ezher Reisi şeyh Bahid Hazretleri’yle yaptığı mülâkat neticesinde, şeyh Bahid’in: “Ben bu gençle münazara edip galebe çalamam. Zira, ben de Osmanlı ülkesinde zuhur eden hürriyet hakkında onun beyan ettiği aynı kanaattaydım. Fakat Bediüzzaman’ın, o çok geniş ve dağınık meselenin bir kitapla ancak izahı yapılabilir iken; iki cümleyle gayet veciz ve cami’ şekilde ifade, etmesine hayran kaldım. Bu zatla münazara edilmez.”
{Emirdağ-2 Lahikası, s: 108.}
gibi samimi i’tiraflarıyla; İslâm
Yükleniyor...