Aleminin hem din hem dünya ve içtimaiyyat sahasında selâhiyyetli o allâme zatın, o şekilde kanaat izhar etmesi; Bediüzzaman hakkında İslâm Âlemi’nden gelen telâkkî örneklerinin birincisidir.
İkincisi: Yine aynı senelerde ve sonrasında (Belkide 1926’lardan sonra) Mısırlı meşhur âlim ve Garb’ın bir çok dil ve felsefelerine âşina allâme Abdülaziz Çaviş, o sıra Bediüzzaman’ın neşreylediği makale ve nutuklarını okuduktan sonra, Mısır’ın en büyük gazetesi olan “el-Ehram” ceridesinde “Bediüzzaman-Fatin-ül Asr” başlığı altında seri makaleler neşrederek, onun ilâhî, harika bir fart-ı zekâya sahip olduğunu ilân etmiştir.
{Bediüzzaman hakkında verilen konferans, s: 25.
Üçüncüsü: 1911 Haziranı’nda resmî bir ziyaret maksadıyla İstanbul’a gelen Japon başkumandanı Maraşal Nogi’nin Meşihat-i İslâmiye’den sorduğu pek mühim suallere ancak Bediüzzaman’ın halletmesiyle Başkumandanın büyük takdirlerini celbetmesi ve Bediüzzaman’la dostluk kurması hadisesidir. Bu bahisde, kitabımızın ilgili bölümünde tafsilatıyla geçmiştir.
Dördüncüsü: Mütareke yıllarında Mısır’a hicret eden Osmanlı devletinin son şeyh-ül İslâm’ı Mustafa Sabri Efendi, Mısır’da Risale-i Nur’a sahip çıktığını ve Nur Risalelerini Cami-ül Ezher’in hususî bir mevkiine koydurttuğunu ve hatta Risale-i Nurları Arapçaya tercüme etmek için dikkatle müteveccih olduğu vakit, “Bunun hakiki tercümesi işimiz değil, yine ancak onu tercüme edebilecek onun müellifidir” şeklinde itiraflarda bulunduğu.. Ayrıca da Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın, kendisi gibi Türkiye’yi terk etmeyip orada kalışının en isabetli şey olduğunu.. Ve onun Türkiye’de siyasî sahada değil, imanî ve manevî sahada başlattığı dinî cihadı en doğru şey olduğunu itiraf etmesidir.
{Sabık şeyh-ül İslâm merhum Mustafa Sabri Efendi’nin bu sözleri ve rivayetlerinin me’hazı için bak: “Risale-i Nur hakkında verilen konferans s: 25. ve Son şahitler-2 s: 32... Ve Mısır’da 1947-50 sıralarında talısil yapan Emirdağlı Kılınç Ali’nin rivayetleri..Ayrıca (Bkz. Emirdag-1 asıllanna..}
Beşincisi: Osmanlı ülkesinin son asırda en büyük ve müstesna edebiyat üstâdı ve İstiklal Marşı’nın aziz şâiri merhum Mehmet Akif Bey, gerek 1918’de açılan Dar-ül Hikmet-il İslâmiye genel sekreterliği zamanında, gerekse de ilk millet meclisi dönemindeki meb’usluğu sırasında ve daha sonra Mısır’daki 1926-1936 yıllarında ta vefatına kadar, her mecliste sırası ve yeri geldikçe, daima Bediüzzaman’ın harika dehasından, üstün ve erişilmez idrâkinden, ilminden ve fazlından senakârane söz etmesi ve medhetmesidir.
Mehmet Akif’den rivayet edenlerin başında Üstâd Hazretleri gelmektedir, bir mektubunda şöyle der: (Bu mektup 22/3 1951 de yazılmıştır)
“...İşarat-ül İ’caz umum Risale-i Nur’un bir fihristesi bir listesi ve o Nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı İ’caz-ı Kur’ân’ın bir menbaı olduğunu gördüm. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar alimler pek
İkincisi: Yine aynı senelerde ve sonrasında (Belkide 1926’lardan sonra) Mısırlı meşhur âlim ve Garb’ın bir çok dil ve felsefelerine âşina allâme Abdülaziz Çaviş, o sıra Bediüzzaman’ın neşreylediği makale ve nutuklarını okuduktan sonra, Mısır’ın en büyük gazetesi olan “el-Ehram” ceridesinde “Bediüzzaman-Fatin-ül Asr” başlığı altında seri makaleler neşrederek, onun ilâhî, harika bir fart-ı zekâya sahip olduğunu ilân etmiştir.
{Bediüzzaman hakkında verilen konferans, s: 25.
Üçüncüsü: 1911 Haziranı’nda resmî bir ziyaret maksadıyla İstanbul’a gelen Japon başkumandanı Maraşal Nogi’nin Meşihat-i İslâmiye’den sorduğu pek mühim suallere ancak Bediüzzaman’ın halletmesiyle Başkumandanın büyük takdirlerini celbetmesi ve Bediüzzaman’la dostluk kurması hadisesidir. Bu bahisde, kitabımızın ilgili bölümünde tafsilatıyla geçmiştir.
Dördüncüsü: Mütareke yıllarında Mısır’a hicret eden Osmanlı devletinin son şeyh-ül İslâm’ı Mustafa Sabri Efendi, Mısır’da Risale-i Nur’a sahip çıktığını ve Nur Risalelerini Cami-ül Ezher’in hususî bir mevkiine koydurttuğunu ve hatta Risale-i Nurları Arapçaya tercüme etmek için dikkatle müteveccih olduğu vakit, “Bunun hakiki tercümesi işimiz değil, yine ancak onu tercüme edebilecek onun müellifidir” şeklinde itiraflarda bulunduğu.. Ayrıca da Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’ın, kendisi gibi Türkiye’yi terk etmeyip orada kalışının en isabetli şey olduğunu.. Ve onun Türkiye’de siyasî sahada değil, imanî ve manevî sahada başlattığı dinî cihadı en doğru şey olduğunu itiraf etmesidir.
{Sabık şeyh-ül İslâm merhum Mustafa Sabri Efendi’nin bu sözleri ve rivayetlerinin me’hazı için bak: “Risale-i Nur hakkında verilen konferans s: 25. ve Son şahitler-2 s: 32... Ve Mısır’da 1947-50 sıralarında talısil yapan Emirdağlı Kılınç Ali’nin rivayetleri..Ayrıca (Bkz. Emirdag-1 asıllanna..}
Beşincisi: Osmanlı ülkesinin son asırda en büyük ve müstesna edebiyat üstâdı ve İstiklal Marşı’nın aziz şâiri merhum Mehmet Akif Bey, gerek 1918’de açılan Dar-ül Hikmet-il İslâmiye genel sekreterliği zamanında, gerekse de ilk millet meclisi dönemindeki meb’usluğu sırasında ve daha sonra Mısır’daki 1926-1936 yıllarında ta vefatına kadar, her mecliste sırası ve yeri geldikçe, daima Bediüzzaman’ın harika dehasından, üstün ve erişilmez idrâkinden, ilminden ve fazlından senakârane söz etmesi ve medhetmesidir.
Mehmet Akif’den rivayet edenlerin başında Üstâd Hazretleri gelmektedir, bir mektubunda şöyle der: (Bu mektup 22/3 1951 de yazılmıştır)
“...İşarat-ül İ’caz umum Risale-i Nur’un bir fihristesi bir listesi ve o Nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı İ’caz-ı Kur’ân’ın bir menbaı olduğunu gördüm. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar alimler pek
Yükleniyor...