kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinat.. Ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi zabtedilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki: Bu emsalsiz dehşetli dalâletler içinde, yine avam-ı mü’minînin imanını şüphelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor.

Evet her tarafta, hatta Hind ve Çin’de ehl-i iman; bu zamanın çok dehşetli dalâletinin galebesinden; “Acaba İslâmiyet’te bir hakikatsızlık mı var ki sarsılmış” diye şüpheye ve vesveseye düştüğü vakit, birden işitir ki; “Bir risale çıkmış, ımanın bütün hakikatlarını kat’î ispat eder, felsefeyi mağlub edip zendekayı susturuyor.” diye anlar.. Birden o şüphe ve vesvese zail olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur...”

{Emirdag-1, s: 91.}



Hazret-i Üstâd’ın bu iki beyaniyle de ve maddeten de görülmüş ve görülmekte olan Risale-i Nur’un tiryak gibi, şifa ve ilaç gibi te’siratıyla; hakikat ve gerçek olarak, me’yus ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ettiği ve i’tikatlarını şüphe ve vesvese sarsıntılarından vikaye ettiği kat’i ve şüphesizdir.

Bu da’vanın -uzak da olsa- bir delili olarak, şair-i meşhur merhum Mehmed Akif Bey’in Osmanlıca matbu’ “Safahat” eserinin ikinci kitabının yirmidokuzuncu sahifesinde; Süleymaniye cami’i va’az kürsüsünde temsilî bir şekilde İslâm aleminin hal-i hazır mevcud durumunu dile getiren “Kardeşim Fatin Hocaya” başlıklı uzun temsilli mısra’larında Hind ve Çin’deki müslümanların hissiyatlarını dile getirmiş olan ezcümle şu iki satırıdır:

“Varsa ümmidimiz Osmanlıların şevketidir,

Onu bir kere işitsek bu saadet yetişir.”



Bu hakikata dair bir küçücük misalcik da kendi hayatımdan vermek istiyorum:

1925’lerde sürgüne yollanmış ve dönmüş olan amucamlarımdan Bekir Badıllı, bizler küçük çocukken; Hazret-i Üstâd’ın mahkemelerde yaptığı merdane müdafaalarından mealen bir iki cümle anlatıyor ve bize tercüme edip izah ediyordu. Cümle şu idi: “Ben size karşı bazı müdahinler gibi tazarr-u sinnurî ve tabasbus-u kelbî yapamam...”

Biz küçük çocuklar bunları duyunca heyecanlanıyorduk, imanımız adeta coşuyor, kuvve-i maneviyemiz canlanıyordu.

Evet, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, böylece beşyüz sene’ye yakın bir zamanda mukaddes İslâm Hilafeti’ne bayraktarlık yapmış bu millet ve memleketin âfakında ve iman kal’asının burcunda, nur ve ziya saçan bir güneş gibi doğmuş, Müslümanların iman ve akidelerinin sarsılmaz, zedelenmez,

Yükleniyor...