onun bazı esnek kanunlarını kendilerine siper etmiş oldukları için; Risale-i Nur müellifini ve onun faziletli, mücahit, imanlı Nur talebelerini menfalara, zindanlara attırabilmişlerdir. “İşlerini bitirdik, susturduk ve kurtulduk” dedikleri en zulümlü ve zulmetli günlerde bile, Risale-i Nur’un te’siratı, bir bakarlar; başka bir mecraadan yol bulmuş yayılıyor... Hapse koydurturlar; Hapisteki insanlar salah-ı
hal kesbediyor, Nurlara sarılıyor ve adliye daireleri nurlanıyordu. Bediüzzaman’ı sürgünden sürgüne en ücra yerlere gönderiyorlar.. bu defa bakarlar ki, hiç ümit etmedikleri yerlerde ve insanlarda Nurlar tesirini icra ediyor, sahasını genişletiyordu. “Güneş balçıkla sıvanmaz” sözü ve darb-ı meseli, Risale-i Nur’un işinde çok parlak ve güzel görünüyordu. Din düşmanı zındıklar, ne yaptılarsa, hangi yola, hangi desiseye başvurdularsa, ona çare bulamadılar, zaptedemediler, önüne sed olamadılar ve olduramadılar...
Ehl-i iman arasında Risale-i Nurlar’ın yaptığı müsbet te’sirlere gelince:
Evvelâ: Sadece Hazret-i Üstâd Barla’da iken, Isparta vilâyeti ve çevresi Nur talebelerinin yazdıkları takriz mektupları.. Ve Üstâdlarının ve Risale-i Nur’un etrafında pervane-misal gösterdikleri samimi şevk ve hareketleri, hatta ruhlarını bile feda edecek derecede harika incizabları; Risale-i Nurlar’ın çok kısa bir zamanda nasıl büyük bir te’sir sahasını oluşturduğunu göstermeye kâfidir.
Evet bu, öyle olduğu gibi; İslâm dininin maddî tüm kaynaklarını kapatmak ve kurutmak için girişilen azgın zulümlerin o çok kesif ve kapkaranlık günlerinde, mütehayyir ve seregerdan kalan avam-ı ehl-i iman; “Acaba İslâmiyet’te bir hakikatsızlık mı vardır ki, bu kadar tahribata ve tecavüzlere uğruyor” diye çâresiz ve mütereddid kaldıkları bir hengâmda; şark’ta olsun, Garp’ta olsun, birden duyarlar ki: “Mürşid-i ümmet olan Hazret-i Bediüzzaman bir eser yazmış, İslâm’ın ve Kur’ân’ın ve imanın bütün hakikatlarını akıl ve ilim ve hikmet meydanında ispat etmiştir. Dinsiz zındıklar, ilim meydanında ona karşı mağlub olmuşlar, onun yazdıklarını çürütemiyorlar, karşı çıkamıyorlar. Belki batıl ve fasık ve maddeci felsefeleri esfel-i safiline sukût ediyor,” diye olan bu haber ve saadet müjdesi, değ’il sadece memleketimizdeki mütehayyir olan ehl-i imanın imanlarını kurtarmak; belki hatta Hint ve Çin’deki Müslümanların bile imanlarını takviye ediyor, şüphe ve vesveselerden kurtarıyordu.
Bu hakikata, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman da eserlerinin bir kaç yerinde işaret etmiştir. Ezcümle yirmialtıncı mektubun birinci mebhasında, Kastamonu ve Emirdağ-1 lahika mektuplarında bu hakikatın bazı köşelerini izhar etmiştir. İşte Kastamonu lahikasında yer alan mezkûr hakikatın beyanı için şöyle der:
hal kesbediyor, Nurlara sarılıyor ve adliye daireleri nurlanıyordu. Bediüzzaman’ı sürgünden sürgüne en ücra yerlere gönderiyorlar.. bu defa bakarlar ki, hiç ümit etmedikleri yerlerde ve insanlarda Nurlar tesirini icra ediyor, sahasını genişletiyordu. “Güneş balçıkla sıvanmaz” sözü ve darb-ı meseli, Risale-i Nur’un işinde çok parlak ve güzel görünüyordu. Din düşmanı zındıklar, ne yaptılarsa, hangi yola, hangi desiseye başvurdularsa, ona çare bulamadılar, zaptedemediler, önüne sed olamadılar ve olduramadılar...
Ehl-i iman arasında Risale-i Nurlar’ın yaptığı müsbet te’sirlere gelince:
Evvelâ: Sadece Hazret-i Üstâd Barla’da iken, Isparta vilâyeti ve çevresi Nur talebelerinin yazdıkları takriz mektupları.. Ve Üstâdlarının ve Risale-i Nur’un etrafında pervane-misal gösterdikleri samimi şevk ve hareketleri, hatta ruhlarını bile feda edecek derecede harika incizabları; Risale-i Nurlar’ın çok kısa bir zamanda nasıl büyük bir te’sir sahasını oluşturduğunu göstermeye kâfidir.
Evet bu, öyle olduğu gibi; İslâm dininin maddî tüm kaynaklarını kapatmak ve kurutmak için girişilen azgın zulümlerin o çok kesif ve kapkaranlık günlerinde, mütehayyir ve seregerdan kalan avam-ı ehl-i iman; “Acaba İslâmiyet’te bir hakikatsızlık mı vardır ki, bu kadar tahribata ve tecavüzlere uğruyor” diye çâresiz ve mütereddid kaldıkları bir hengâmda; şark’ta olsun, Garp’ta olsun, birden duyarlar ki: “Mürşid-i ümmet olan Hazret-i Bediüzzaman bir eser yazmış, İslâm’ın ve Kur’ân’ın ve imanın bütün hakikatlarını akıl ve ilim ve hikmet meydanında ispat etmiştir. Dinsiz zındıklar, ilim meydanında ona karşı mağlub olmuşlar, onun yazdıklarını çürütemiyorlar, karşı çıkamıyorlar. Belki batıl ve fasık ve maddeci felsefeleri esfel-i safiline sukût ediyor,” diye olan bu haber ve saadet müjdesi, değ’il sadece memleketimizdeki mütehayyir olan ehl-i imanın imanlarını kurtarmak; belki hatta Hint ve Çin’deki Müslümanların bile imanlarını takviye ediyor, şüphe ve vesveselerden kurtarıyordu.
Bu hakikata, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman da eserlerinin bir kaç yerinde işaret etmiştir. Ezcümle yirmialtıncı mektubun birinci mebhasında, Kastamonu ve Emirdağ-1 lahika mektuplarında bu hakikatın bazı köşelerini izhar etmiştir. İşte Kastamonu lahikasında yer alan mezkûr hakikatın beyanı için şöyle der:
Yükleniyor...