gayr-i matbu ve gayr-ı münteşir bulunan, Mesnevî-i Arabi’nin baş tarafındaki “Lem’alar, Reşhalar, ve Lasiyyemalar”ın üç adet risaleleri bu sayıya dahil edilmediği anlaşılmaktadır. Bunların yanında, yine Barla’da te’lif ve tertibi yapılmış “Kur’ân Nurlarından bir Nur” isimli Arapça bir eseri de -ki bizim tercümemiz olan Arabi Mesnevinin sonunda neşredildi- mezkûr rakama ilave edilmediği anlaşılıyor.

Böylece Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Eski Said ve Yeni Said dönemlerinde vücuda getirdiği Risaleler beraber hesap edilse, tam yüzdoksanaltı (196) adede

{Üstâd’ın yeğeni merhum Abdurrahman, amcası Bediüzzaman Hazretleri’nin eski eserlerinin bazılarının dış kapaklarında, yekûn eserlerin isim listesini vermektedir. Bunların içinde bir kapakta isim listesi içinde bir de “Rumuzat” diye bir eserinden bahsetmektedir. Eğer bu eser, küçük “Rumuz” adlı eserinden ayrı(*) ise, o zaman görmedigimiz bu eserle beraber, Bediüzzaman Hazretleri’nin yekûn te’lifatı tam tamına yüzdoksanaltı (196) adede baliğ olmuş olur. Değilse 195’tir.

(*) Evet ayrıdır.. ve “Rumuzat” eseri meşur “Ta’likat”ın eklerinden ibarettir.. ve Allah’a şükür bu her iki eser tab’ edildiler. A.B}




baliğ oluyor. Hem, hepsi de öz metin olarak te’lifleri yapılmış risalelerdir.

Te’lif Nasıl Yapılıyordu?

(Mevzu ile alâkadar bir mukaddeme)

Te’lifin, eski zamanlardan beri alışıla gelen şekli şöyledir ki: Selâhiyetli bir âlim, herhangi dinî ve ilmî bir mevzuda, naklî veya aklî delilleri bir araya getirip; ihtiyaç hasıl olmuş olan bir mevzuun meselelerini ilim sahasında yanyana getirip perçinleştirmesi ile; bir risale, eğer daha büyük ise, bir kitap haline getirmesinden ibaret idi. Te’lifatın bir nev’i de tasnifattır. Tasnif ise, sınıflandırma demektir. Yani mesela mevcud ve fakat müteferrik olan namaz, oruç, hac vesaire gibi çok yönlü fıkhî ilmihal gibi mes’elelerin; bab-bab, sınıf-sınıf ayırarak, her bir mevzuu makamı ve sırasına dizmekten ibarettir.

Eski İslâm uleması arasında te’lifat mevzuu ile ilgili çok mühim bir kaide de şudur ki: Ortaya atılmış herhangi dinî bir mes’ele veya dini ilgilendiren şüphe verici, zihin karıştırıcı veya akide sarsıcı bir mevzuu aydınlatmak ve şüpheleri izale etmek maksadıyla; eskiden ona dair bir eser yazılmış ve mesele



halledilmişse ve bir boşluk kalmamışsa; aynı mevzuda ikinci bir eserin yazılmaması.. Ancak o mevcud eserin bazı tarafları daha biraz izah ve şerh icab ediyorsa, ona bir takım şerhler ve ek haşiyeler yapılabilmesi keyfiyetidir.

Ulema arasındaki bu ihlâslı kaideye göre; İslâm dini adına yapılacak bir te’lif veya tasnifin bir mesbuku, yani geçmişte onu halleden bir eserin mevcud olmaması lâzımdır. Buna göre, bir eserin vücuda getirilmesi için,

Yükleniyor...