Fakat ne gezer, ehl-i dünyanın çıkarttığı af kanunları Bediüzzaman’ın semtinden bile geçmiyordu.. Yani lâstikli ve keyfî kanun içinde kanunsuzluk ve keyfîlik ve zulümkârlık vardı. Hazret-i Üstâd Bediüzzaman da, bir risalesinde bu meseleye temas ediyor ve kendisini efrad-ı milletten saymadıklarını ve onu kanunlar dışında müstesna bıraktıklarını yazıyordu. Her ne ise...

Üstâd Bediüzzaman’ın öz hemşiresi merhume Hanım’ın şam’dan yazdığı bir mektubu aynen şöyledir:

“Muazzez biraderim Said-ül Meşhur Efendi!

Efendim, evvela arz-u hulûs ve ihtiramla, kemal-i iştiyakla selâmımızı zât-ı âlinize takdim ettikten sonra, hatır-ı vâlâlarınızı istifsar eylerim. Gerçi bizden sual buyurursanız, lehülhamd cümlemiz kemal-i sıhhat ve afiyetteyiz. Siz dahi der-sıhhat olmanızı Cenab-ı Hak’tan niyaz ve temennî eylerim.

Elyevm şam’da, Salihiye mahallesinde ikamet ediyoruz. Hiç bir keder ve merakımız yok. Ancak pek uzun bir müddetten beri sizin ahvalinizden ve nerede kaldığınızdan ve hangi cihette bulunduğunuzdan haberdar olmadığımız için ziyadesiyle merak ve endişedeyiz.

Hemşireniz

Hanım”



Üstâd’ın hemşiresi merhume Hanım yazdığı mektuplarının altındaki isim ve imza yerinde Arapça, şeklindedir. Klişesi N. Şahiner’in “Bilinmiyen Taraflarıyla Said-i Nursi” kitabındadır. Mektubun altındaki isim ve imza kısmının noktaları konmadığı gibi, ismin harfleri de hece şeklinde yazılmıştır. İbarenin noktalı ve terkibli şekli şöyle olur:

Manası: Öz hemşireniz, size dua eden ve dua istiyen -Hanım-” demektir.

İsim ve imzanın noktasız ve hece harfleriyle yazılmasının hikmeti şu olsa gerektir: Kadın olduğu için yazıda ve mektupta bile, haya perdesini örtmesi içindir. Eskilerde müttakîye, âlime kadınlar isimlerinin sarih okunmaması için noktasız ve hece şeklinde yazarlarmış.

Yükleniyor...