Hazret-i Üstâd’ın bu mektuplara verdiği cevabı ise:
Aziz kardeşim!
Evvela: Sizlere selâm ederim.. O mübarek şehirlerdeki mübarek makamlarda duanızı isterim. Duanıza pek çok muhtacım. Oradaki ahbaplara, bâhusus kardeşim Molla Abdülmecid’e, şeyh İsa’nın mahdumu Muhammed Ali Bey’e çok selâm ederim, duasını isterim. Onu çok merak ediyordum.. Elhamdülillah siz de, o da sıhhattesiniz.
Benim halimi soruyorsun.. Cenab-ı Hak Hakim ve Rahim olduğundan, başa gelen her işte hikmet içinde bir eser-i rahmet hissediyorum. şimdi bir köyde imamım. Yalnız olarak dağlarda kader-i İlâhi beni gezdiriyor.
Sizlere ve şam’a çok müştakım. şu misafirhane-i dünyada mülâkat nasib olmazsa da, İnşaallah öteki âlemde Rahmet-i İlâhiye bizi görüştürecek.
Benim ne niyette olduğumu ve nereye gideceğimi soruyorsun. Hiç bir niyetim yoktur. Rahman-ı Rahim olan Halıkıma tefviz-i umur etmişim. İnşaallah başka yere gidersem, size mektup yazarım. Mektup yazmak adetim değil, fakat sırf duanızı almak için size yazacağım.
Said-i Nursi”
{Üstâd’ın hemşiresi Hanım ile yaptığı mektuplaşma hadiseleri, Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nursi, 6. Baskı, s: 282’dedir. A.B.}
Hazret-i Üstâd’ın mektubunun son parağrafı, nihayet derecede câlib-i dikkattir. Tevekkülün şahikasından konuşuyor. Hiç bir niyette olmadığını söylemesiyle, her şeyini, her işini ihtiyariyle mutlak bir şekilde Allah’ın hikmetine bırakıp, onun emrini ve iznini beklediğini iş’ar ediyor. Bu ise tevekkül makamının, Rıza mertebesinin en bâla derecesidir. Ehl-i dünyanın eliyle yapılan işlerin arkasında kaderin hükmü ve hikmetin tasarrufu olduğunu hakk-el yakin görüyor, iman ediyor ve i’timad ediyor.
Hazret-i Üstâd’ın hemşiresi Merhume’nin bahsi olmuşken; başka bir vesile ile Prof. Dr. M. Said Ramazan Elbûti’den 13.10.995 tarihinde aldığı bir mektupunun son kısmında, Merhume Hanım ve zevci Molla Said’i gördüğü gibi, zevcesi Hanımda görmüştüm. Merhume Hanım, çok takva ve salah ehli bir kadın idi.”
Aziz kardeşim!
Evvela: Sizlere selâm ederim.. O mübarek şehirlerdeki mübarek makamlarda duanızı isterim. Duanıza pek çok muhtacım. Oradaki ahbaplara, bâhusus kardeşim Molla Abdülmecid’e, şeyh İsa’nın mahdumu Muhammed Ali Bey’e çok selâm ederim, duasını isterim. Onu çok merak ediyordum.. Elhamdülillah siz de, o da sıhhattesiniz.
Benim halimi soruyorsun.. Cenab-ı Hak Hakim ve Rahim olduğundan, başa gelen her işte hikmet içinde bir eser-i rahmet hissediyorum. şimdi bir köyde imamım. Yalnız olarak dağlarda kader-i İlâhi beni gezdiriyor.
Sizlere ve şam’a çok müştakım. şu misafirhane-i dünyada mülâkat nasib olmazsa da, İnşaallah öteki âlemde Rahmet-i İlâhiye bizi görüştürecek.
Benim ne niyette olduğumu ve nereye gideceğimi soruyorsun. Hiç bir niyetim yoktur. Rahman-ı Rahim olan Halıkıma tefviz-i umur etmişim. İnşaallah başka yere gidersem, size mektup yazarım. Mektup yazmak adetim değil, fakat sırf duanızı almak için size yazacağım.
Said-i Nursi”
{Üstâd’ın hemşiresi Hanım ile yaptığı mektuplaşma hadiseleri, Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nursi, 6. Baskı, s: 282’dedir. A.B.}
Hazret-i Üstâd’ın mektubunun son parağrafı, nihayet derecede câlib-i dikkattir. Tevekkülün şahikasından konuşuyor. Hiç bir niyette olmadığını söylemesiyle, her şeyini, her işini ihtiyariyle mutlak bir şekilde Allah’ın hikmetine bırakıp, onun emrini ve iznini beklediğini iş’ar ediyor. Bu ise tevekkül makamının, Rıza mertebesinin en bâla derecesidir. Ehl-i dünyanın eliyle yapılan işlerin arkasında kaderin hükmü ve hikmetin tasarrufu olduğunu hakk-el yakin görüyor, iman ediyor ve i’timad ediyor.
Hazret-i Üstâd’ın hemşiresi Merhume’nin bahsi olmuşken; başka bir vesile ile Prof. Dr. M. Said Ramazan Elbûti’den 13.10.995 tarihinde aldığı bir mektupunun son kısmında, Merhume Hanım ve zevci Molla Said’i gördüğü gibi, zevcesi Hanımda görmüştüm. Merhume Hanım, çok takva ve salah ehli bir kadın idi.”
Yükleniyor...