Dördüncü Nokta: Bana karşı bu yedi senedeki muameleler, sırf keyfi ve fevk-al-kanundur. Çünki, menfilerin ve esîrlerin ve zindandakilerin kanunları meydandadır. Onlar kanunen akrabasiyle görüşürler, ihtilâttan men’olunmazlar. Her millet ve devlette ibâdet ve tâat, tecavüzden masûndur. Benim emsallerim, şehirlerde akrabalariyle ve ahbablariyle beraber kaldılar. Ne ihtilâttan, ne muhabereden ve ne de gezmekten men’ olunmadılar. Ben, men’ olundum. Ve hattâ câmiime ve ibâdetime tecavüz edildi. şâfiîlerce, tesbihat içinde Kelime-i Tevhid’in tekrarı sünnet iken, bana terkettirilmeye çalışıldı. Hattâ Burdur’da eski muhacirlerden şebab isminde ümmî bir zat, kayınvalidesiyle beraber tebdil-i hava için buraya gelmiş. Hemşehrilik itibariyle benim yanıma geldi. Üç müsellâh jandarma ile câmiden istenildi. O me’mur, hilâf-ı kanun yaptığı hatâyı setretmeye çalışıp: “Afvedersiniz! Gücenmeyiniz, vazifedir” demiş. Sonra, “Haydi git” diyerek ruhsat vermiş. Bu vâkıaya sâir şeyler ve muameleler kıyas edilse anlaşılır ki: Bana karşı sırf keyfî muameledir ki; yılanları, köpekleri bana musallat ediyorlar. Ben de tenezzül etmiyorum ki, onlarla uğraşayım. O muzırların şerlerini def etmek için, Cenâb-ı Hakk’a havale ediyorum. Zâten sebeb-i tehcir olan hâdiseyi çıkaranlar, şimdi memleketlerindedirler. Ve kuvvetli rüesâlar, aşâirlerin başındadırlar. Herkes terhis edildi. Başlarını yesin; dünyalariyle alâkam olmadığı halde beni ve iki zât-ı âheri müstesna bıraktılar. Buna da peki dedim. Fakat o zatlardan birisi, bir yere müftü nasbolunmuş, memleketinden başka her tarafı geziyor ve Ankara’ya da gidiyor. Diğeri, İstanbul’da kırk binler hemşehrileri içinde ve herkesle görüşebilir bir vaziyette bırakılmış. Halbuki bu iki zat; benim gibi kimsesiz, yalnız değiller. Mâşâallah büyük nüfuzları var. Hem... Hem... Halbuki, beni bir köye sokmuşlar; en vicdansız insanlarla beni sıkıştırmışlar. Yirmi dakikalık bir köye altı senede iki def’a gidebildiğim gibi, o köye gitmek ve birkaç gün tebdil-i hava için ruhsat verilmediği bir derecede beni, muzâaf bir istibdat altında eziyorlar. Halbuki bir hükûmet ne şekilde olursa olsun, kanunu bir olur. Köyler ve şahıslara göre ayrı ayrı kanun olmaz. Demek hakkımdaki kanun, kanunsuzluktur. Buradaki me’murlar; nüfûz-u hükûmeti, ağrâz-ı şahsiyede istimâl ediyorlar. Fakat, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’e yüzbinler şükür ediyorum ve tahdîs-i ni’met sûretinde derim ki: “Bütün onların bu tazyikat ve istibdatları; envâr-ı Kur’âniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine, odun parçaları hükmüne geçiyor; iş’âl ediyor, parlatıyor. Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat eden o Envâr-ı Kur’âniye; Barla yerine bu vilâyeti, belki ekser memleketi bir medrese hükmüne getirdi. Onlar, beni bir köyde mahpus zannediyor. Zındıkların rağmına olarak, bil’akis Barla, kürsî-i ders olup, Isparta gibi çok yerler medrese hükmüne geçti...”
Yükleniyor...