İkincisi: Bir dostum var idi, takvası ifrat derecesinde idi. Benim yanıma geldiği vakit, ahirete ait en güzel parçaları bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zatınız onu bir derece benden soğutmak ve senin oğluna dost yapmak suretinde onunla konuşmuşsunuz... İşte o zat, o telkinattan sonra, geçen Ramazan’da bir gün bana Hülâgu ve Cengiz vakalarını okutmak için gösterdi. “Aman bunları oku!” dedi. Ben kemal-i teaccüb ve hayretten dedim: “Kardeşim sen divane mi oldun? Benim Delail-i Hayrat’ı okumaya vaktim yok. Böyle zalemelerin sergüzeşt-i zalimanelerini bu Ramazan-ı şerifte bana okutmak fikrini, hissini nereden kaptın?” dedim.
Haftada iki defa yanıma gelen o has dostumu, iki ayda bir defa göremedim. Fakat hakkında inayet vardı o halden kurtuldu. Her ne ise, bu neviden olan elim hadiseler çoktur. Hakikatlı bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haşinane değil, mülayimane bir surette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.
Said-i Nursi”
Haşiye: Hiç kimseye söylemediğim, hatta düşünmesini de istemediğim, Kur’ânî hizmetimde zarar veren bir haleti söyliyeceğim:
Zatınız bir zaman bize dost göründüğünüzden, senin oğlun talebe gibi yanıma geliyordu, ciddî istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, ihtar etmesi ciddi telâkki ediyordu. Vakta ki, zatınız bana karşı rakibane bir vaziyet aldınız, oğlunuz da o vaziyetin te’siriyle öyle bir şekle girdi ki: En muti’ talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur’âniyemize gelen zararların kısm-ı a’zamı oğlunuzun yüzünden ve senin o rakibane vaziyetinden geldiğine şüphe kalmadı. Senin nüfûzun ve şerefin olmasaydı, oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi. Her ne ise, sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum. Kardeşim Hakkı Efendi’nin hatırı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur’ân-ı Hakim’in darbesinden korkmalı, belki o helâl etmez.
Said-i Nursi”
{Barla Lahikası, Envar Neşriyat, s: 196.}
İşte Hazret-i Üstâd’ın son derece mecburiyet tahtında kaleme aldığı bu iki ihtarnamenin mahiyetinden de anlaşıldığı gibi, hükûmet bu gibi muhbirlerin yaygaralı raporları neticesinde evhamlanmış ve mesele Ankara’ya kadar aksettirilmiştir. Nihayet 1934 yılı Ağustos ayında Hazret-i Üstâd’ı Barla’dan Isparta merkezine nakletmelerine sebebiyet vermişlerdi.
Haftada iki defa yanıma gelen o has dostumu, iki ayda bir defa göremedim. Fakat hakkında inayet vardı o halden kurtuldu. Her ne ise, bu neviden olan elim hadiseler çoktur. Hakikatlı bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haşinane değil, mülayimane bir surette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.
Said-i Nursi”
Haşiye: Hiç kimseye söylemediğim, hatta düşünmesini de istemediğim, Kur’ânî hizmetimde zarar veren bir haleti söyliyeceğim:
Zatınız bir zaman bize dost göründüğünüzden, senin oğlun talebe gibi yanıma geliyordu, ciddî istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, ihtar etmesi ciddi telâkki ediyordu. Vakta ki, zatınız bana karşı rakibane bir vaziyet aldınız, oğlunuz da o vaziyetin te’siriyle öyle bir şekle girdi ki: En muti’ talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur’âniyemize gelen zararların kısm-ı a’zamı oğlunuzun yüzünden ve senin o rakibane vaziyetinden geldiğine şüphe kalmadı. Senin nüfûzun ve şerefin olmasaydı, oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi. Her ne ise, sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum. Kardeşim Hakkı Efendi’nin hatırı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur’ân-ı Hakim’in darbesinden korkmalı, belki o helâl etmez.
Said-i Nursi”
{Barla Lahikası, Envar Neşriyat, s: 196.}
İşte Hazret-i Üstâd’ın son derece mecburiyet tahtında kaleme aldığı bu iki ihtarnamenin mahiyetinden de anlaşıldığı gibi, hükûmet bu gibi muhbirlerin yaygaralı raporları neticesinde evhamlanmış ve mesele Ankara’ya kadar aksettirilmiştir. Nihayet 1934 yılı Ağustos ayında Hazret-i Üstâd’ı Barla’dan Isparta merkezine nakletmelerine sebebiyet vermişlerdi.
Yükleniyor...